Bizim “dindar” camia, Sultan II. Abdülhamid taraftarlığını öylesine abarttı ki, rahmetli Necip Fazıl’ın, ideolojik olduğu için de insafsız ve vicdansız saldırılara karşı çıkma adına geliştirdiği “Ulu Hakan-Cennetmekân” tanımlamasının çoktan ötesine geçip, o dönemde Abdülhamid Han aleyhtarlığı yapan herkese, “ihanet” damgası vurmaya başladı.
Mehmed Âkif de bu “ifratçı” yaklaşımlardan nasibini aldı ve İstiklâl Marşı şairimiz, büyük meziyetlerine, ilmine, irfanına, imanına, faziletine, gayretine, vatanseverliğine rağmen, “kötü adam” ilân ediliverdi.
Hayretim şu ki, biz Allah nezdinde “zerre kadar” hayrın ve şerrin kaybolmayacağına iman etmiş mü’minleriz; nasıl oluyor da insanları böyle “toptancı” bir mantıkla karalayabiliyoruz?
İnsanlar hakkında hüküm verme hakkı bizim midir? Hangi âmelin Allah nezdinde makbul olduğuna, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğine biz mi karar veriyoruz?
Hak ve hakikat adına önce şunu söylemem lâzım: Sultan II. Abdülhamid dönemini yaşayan dindar yazarların hemen hemen hepsi Abdülhamid muhalifidir. Kimi Batıcı, kimi Türkçü, kimi Kürtçü, kimi Sosyalist, kimi Müslüman, kimi Hıristiyan ve Yahudi aydınların ittifak ettiği tek nokta da Sultan Abdülhamid’e muhalefettir. Bu her yönden esen sert muhalefet rüzgârının en açık sebebi ise “istibdat”tır! Bunun dayanağı da Sultan Abdülhamid’in, Meşrutiyeti askıya alması ve seçimle belirlenen “Meclis-i Meb’usan”ı dağıtarak tüm dizginleri eline almasıdır.
Bugün aynı şey yapılsa, Mehmed âkif’e bu yüzden veryansın eden aydınlarımızın tavrı acaba aynı olmaz mı?