Osmanlı toplumu, sözün tam mânâsıyla bir “sevgi, şefkat ve yardım toplumu”ydu. Devlet, “Hayat ve Hayrat Devleti”, insan “hayır ve hasenat insanı”ydı.
Zaman içinde “yardımlaşma” anlayışı sistemleşip vakfiyelere dönüştü. Ve tüm devlet ve millet, neredeyse “vakıf devlet”, “vakıf millet” haline geldi.
Borçtan dolayı cezaevine düşen birinin borçlarını mahalleli ödemek suretiyle onu kurtarıyor, kışın kömürsüz kalanlara ismi meçhul bir zengin kömür gönderiyor, mahalle bakkalının borç defteri, belli bir sayfadan belli bir sayfaya kadar ödeniyordu... Ve bu hayır sahipleri kendilerini özenle gizliyorlardı.
Şefkat yalnızca insandan insana yönelik değildi, bitkiler ve hayvanlar dahi, tüm hayatı kapsamıştı. Buna çok şaşıran Avrupalı gezginlerden Elisee Recus’u dinliyoruz:
“Osmanlılardaki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır... Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa bilin ki o ev bir Türk evidir.” (Küçük Asya. c. 9).