Yirmili yaşlarda iken kendimi “şair” sanırdım. Bir gün yazdıklarımı gerçek bir şaire götürdüm. Koca bir kâğıt tomarını eline tutuşturdum. Evirdi-çevirdi, baktı, okudu ve geri uzattı: “Yazmasan ölür müsün?” diye sordu.
“Yoo” dedim, şaşkın-şapıldak…
“O zaman yazma” dedi, “oku!”
Ve ilk âyetin neden “Oku” olduğunu anlattı. Okumanın sadece şiir yahut kitap okumakla sınırlı olmadığını, hayatı okumak olduğunu, okumaktan kavramaya, kavramaktan idrak etmeye, ondan sonra da yaşamaya geçildiğini çok sonra anladım.
Hâlbuki o gün şairin benden korktuğunu, korktuğu için de yetişmemi istemediğini düşünmüştüm. Zavallı ben!