1968 yılında bütün dünyada sosyalist rüzgârlar eserken Türkiye'ye gelen ünlü bir solcu, bizim memleketin devrimcileri ile uzun görüşmeler yapar. Öğrenci hareketinin işçiye, köylüye, geniş halk yığınlarına ulaşması için metotlar anlatır. Bu arada "Türkiye'deki sosyalist karşıtlarını" sorar. "Ülkücüler" cevabını alınca ne anlama geldiğini merak eder. Katılımcılardan biri Batı dillerinde "idealizm"in karşılığı olduğunu belirtince, "Desenize siz baştan kaybetmişsiniz. İdealistlik sosyalistlikten daha evrenseldir" tespitini dile getirmiş. Yıllar önce bir sosyoloji panelinde dinlediğim bu anekdotu unutamadım. Türkiye'deki sol, sosyalist, devrimci grupların yıllarca ve ısrarla "faşist" yaftası ile suçladığı Ülkücülerin siyasi olarak iktidara gelemeyişinin binlerce gerekçesi var. İlkini seslendirsem "Ülkücüyüm" diyenler itiraz edecek. Evet Ülkücülerin önemli bir bölümü ülkülerini yitirdiler. İdeallerini kaybettiler. Bunun en önemli sebebi 12 Eylül Darbesi'nin yaşattığı ağır travmadır. Ne zaman ki ülkücülük MHP ile özdeş hale gelmeye başladı orada ideolojik kabızlık meydana çıktı. Bu da beraberinde fikir alanında fukaralığı getirdi. Soğuk Savaş dönemi metotlarında ısrar, sadakat ve biat kültürü ile yoğurulunca Ülkücülerin ülküsü tartışmaya açılırken erozyon kaçınılmaz oldu.