Yazının başlığını okuyanların gözlerinin önüne sinema filmlerindeki meşhur sahneler geldiğini tahmin ediyorum. Elleri-kolları bağlanmış, hareket kabiliyeti sınırlandırılmış, çaresizlik içinde kıvranan acziyet içinde bir insan manzarası... Doğrusu deli gömleği giymedim. Sadece filmlerde değil bir dönem tedavi gördüğüm hastanenin psikiyatri kliniğinde ve ziyaret için gittiğim Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde canlılarını gördüm. Beni en çok etkileyen o hastaların bakışları olmuştu. Yüreğimi delip geçtiğini hissettim. Günlerce etkisinden kurtulamadım. Düşlerim kâbusa dönüştü... Hatırladıkça ürperiyorum.***12 Eylül darbesinin ardından cezaevlerinde yatanlar için uygulanan 'tek tip kıyafet'i yeni nesiller hatırlamaz. Kötü bir kumaştan mavi renkte yapılan o kıyafet Nazi Almanya'sındaki toplama kamplarını hatırlatmıştı. Bu insanlık dışı uygulamaya ilk isyan edenler ise Dev-Yol Davası'ndan yargılanan teğmenler olmuştu. Mahkeme huzurunda soyunup protesto ettiler. Çok da dayak yediler ama onurlu direnişleri sayesinde o faşist uygulamadan vazgeçildi. Aradan yıllar geçti... O duruşmalarda iç çamaşırları ile kalanlardan bazıları ile şimdi vazgeçilmez dostluklar kurduk. Darbenin hemen ertesinde cezaevlerinde "karıştır-barıştır" adıyla devrimcilerle, ülkücüleri aynı koğuşlara koyanlar onlara tek tip elbise giydirerek "tek tip insan" yapabileceklerini sanmışlardı.