Bizim meslek de en fazla saldırıya uğrayan (dövülen, bıçaklanan, silahla vurulan) ve en uzun süre hapis yatan büyüğümüzdür. Bu vesile ile hasret ve rahmetle anıyor, tertemiz ruhunu şad ediyoruz. Gerçekten gazeteci-yazar, yazdıkları ile birilerini ürkütüp, korkutmuyor, öfkelendirmiyorsa boşana yazmış sayılır. Peki kim ürker? Kim korkar? Ya da öfkeden deliye dönüp, saldırır? Anadolumuzun güzel özdeyişinde olduğu gibi "yarası olan gocunur!.." Bu sütunların takipçileri, televizyonlardaki seyirciler bilir ki, yazdıklarımız, konuştuklarımız, yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, rüşvet, hukuksuzluk, haksızlık ve ihanete dairdir... Gazeteci aynı zamanda "kamu adına aydınlatmadan sorumlu kişidir..." Kendi adıma görevimi yerine getirmeye gayret eden biriyim. Ne kadar başarılı ya da başarısız olduğum ise kamuoyunun takdirindedir.
Hukuk çerçevesinde yazıp-konuştuklarımız için bizlerde sık sık adliye koridorlarını aşındırırız. Lakin trafikte kavga gibi adli vakalara hiç karışmadık. Geçtiğimiz hafta "Mankurtların saldırısı" ile fena halde dayak yedim. Kurulmuş robotlar beni tanımadıklarını ne iş yaptığımı bilmediklerini, "dövün" emri üzerine ilk ifadelerinde ikisi dövdüklerini itiraf etmişti. Derken 4 mankurt daha yakalandı. Her şey ortada kamera kayıtları, görgü tanıkları... Zeka seviyemizle alay edercesine "trafikte tartıştık, itişip, kakıştık. Sopa, demir, silah yoktu. Arabaya binip gittik" demişler. Dürüst çocuklar! En azından Kabataş vakasında olduğu gibi "başörtülü bacımızın üzerine işedi..." demediler.