Sevilmezse, keyif alınarak yaşanmazsa, bedeli ödenmezse yapılmaz bu iş... Teleks, daktilo, faks döneminin gazeteci olarak, meslek heyecanı ile günümüzde bazen "5 ayrı yazı kaleme" alma ihtiyacı hissederken son dönemde "yorgunluk" adına yazmaktan "imtina" ettiğim günler oluyor. Bilenler bilir... Yazmayıp, konuşmazsan karabasanlar basar... Bir nevi düşünen insan, işi yazmak olanların yazamaması "depresif" andır. Tercihi yoktur. Yazmak, konuşmak... Bildiklerini, tanık olduklarını paylaşmak bizim mesleğin "namus" kriterleridir. Ve bedeli vardır! Yazmanın, konuşmanın. Yazarsınız merhum Necdet Sevinç'in deyimi ile "kurşunlanırsınız!" Yazarsınız nice meslek büyükleriniz gibi "mahkûm!" olur, hapislerde yatarsınız!.. Kumpaslara uğrarsınız. Önce zaaflarınız araştırılır... Bulamazlarsa işin kolayına kaçıp "iftira" atarlar... Bir kaç yalancı ya da "gizli tanık" bulup, şizofren şikâyetçilerle "itibar infazı"na uğratılırsınız... Yazmamanız, konuşmamanız için bir de "sözde hukuk sopası" kullanılır. Gak dediğiniz "ceza davası", guk dediğinizde "tazminat davası" ile muhatap olursunuz. Ki henüz kesinleşmeden "ihtiyati haciz kararı" ile evinize, iş yerinize, maaşınıza hacizler yağar. Vesayet altındaki hukukun "adil olmayan cezaları" ile muhatap olmaktan bıkar, köyünüze dönmeye, "inzivaya çekilmeye" zorlanırsınız. Dahası çok sevdiğiniz yurdunuzu terk edebilirsiniz!.. Gidecek yerimiz yok!.. Bedelini her türlü ödemeyi peşinen kabullendiğimiz için "içeri"yi de "Medrese-i Yusufiye" olarak kabullenip "arslanlar gibi yatmayı" göze alanlar arasındayız... Hadi biz sözümüzün ardındayız da, milletin önünde "söz veren"lere ne demeli... Seçim sonuçları halen tartışılan balkon konuşmasında "muzaffer eda"larla "açtığım bütün davalardan bireysel olarak feragat ediyorum" diyen zat-ı muhterem ne yazık ki sözünde durmamış, zaptı rapt altındaki hukuk sopasını sırtımızdan eksik etmemiştir.Gün gelmiş "küçük ortak hatırına" gözaltına aldırmış, gün gelince tebligat gelmediği halde otel odasından gece yarısı...