Öğrenilmiş çaresizlik de denilebilir, cam tavan da. Çeşitli
psikolojik testlerde ortaya çıkmış: Etrafını cam duvarlarla
çevirdiğiniz denek, her dışarı çıkmaya çalıştığında cama çarpıp
çıkamıyor. Bir süre sonra o camları kaldırdığınızda artık özgür
olduğu halde, dışarı çıkmaya çalışmıyor, çünkü etrafının yine cam
duvarlarla çevrili olduğunu ve onlara çarpacağını düşünüyor.
Kadınların durumu da biraz böyle diyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulması ve devrimlerle beraber kadınlar eşit haklara kavuştular.
Bunların en önemlilerinden biri seçme ve seçilme hakkı. İlk olarak
yerel seçimlere katılma hakkı verilmiş 1930’da. Sonra köylerde
muhtar olma hakkı ve 5 Aralık 1934’te milletvekilliği. Şaka değil,
İsviçre’de bile kadınlar seçilme hakkını daha yeni kazandı! Kadının
kendisini yönetecek insanları seçerken sözünü söyleyebilmesi,
ağırlığını koyabilmesi, ona artı haklar getiriyor. Kadına yönelik
politikalar, haklar gibi. “Ben bilmem, beyim bilir” diyen kadın da
var tabii, çarşafının örtüsünü yüzüne çeken, soru soruldu diye.
Hatta bizim ayıbımız tabii, Güneydoğu’da, köyde mezrada kadın
gitmiyor bile sandığa, muhtar basıveriyor mührü, ampulün göbeğine!
Ya da başında kim duruyorsa artık, ona ne deniliyorsa. Zaten
başımıza ne geldiyse, ne geliyorsa devrimleri halka tam yayamamış
olmak, gerçek çıkarlarının ne olduğunu tam gösterememiş olmaktan
gelmedi mi?
Türk kadını seçme ve seçilme hakkını, Avrupalı kadından bile önce
aldı da ne oldu, diye soralım tekrar. Cam tavan var ya, başını hep
ona çarptı. Erkekler hep omuz attı, kadınlar da nasılsa olmuyor
diye biraz arkada durdu. Türkiye, kadına ne yasama meclisinde, ne
belediye meclisinde, ne belediye başkanlıklarında hak ettiği yeri
vermedi. Türk kadını da bu hakkı söke söke alamadı! Vali varsa bile
göstermelik, belediye başkanı sosyal demokrat partide bile, bir iki
tane. İşte yine listeler hazırlanıyor, belediye başkan adayları
belirleniyor, kadın yok! CHP lütfedip Beşikt...