“… Kadın ve erkek vatandaşlarım! Bana ve başkanlık ettiğim
şerefli partiye oy vermenizi istemek için kendimde cesaret
buluyorum. Bize oy verirseniz, memleketin iç ve dış politikasında
da, doğru yolları bulabileceğimize ve memleketin ilerlemesinde ve
yükselmesinde sizi memnun edecek başarılar elde edeceğimize
güveniyoruz. Karar sizindir...”
Tek partili yıllardan sonra 1946’daki ilk çok partili seçimlere
giderken hem Cumhurbaşkanı hem de CHP Genel Başkanı şapkalarıyla
İsmet Paşa halktan böyle oy istemişti.
Kampanya sırasında Aydın’da Millî Şef’e Adnan Menderes “Devlet
Reisi, seçim mücadelesine makamının nüfuzunu parti işlerine
karıştırmakla başlamıştır” diyerek cevap verdi.
Açık oy gizli tasnifle yapılan 1946 seçimlerini CHP kazandı ve
İsmet Paşa yeniden Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı koltuklarına
oturdu.
Ama çok partili hayata geçilmesiyle birlikte artık Türkiye’nin yeni
bir tartışması vardı: Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı ve halk
tarafından seçilmesi...
1971 muhtırasından sonra Başbakanlık da yapacak ve daha sonra bir
cinayete kurban gidecek Kamu Hukuku Profesörü ve CHP Milletvekili
Nihat Erim “Cumhurbaşkanının bitaraf ve adaletli olması için Parti
Başkanlığını bırakması lazım geldiği iddiası öne sürülmüştür. Bu
mütalaayı değil yazmayı, hatta düşünmeyi bile çirkin buluruz...
Partisi ile şefini birbirinden ayırmak istemek objektif ve iyi
niyetli bir düşünce olarak değerlendirilemez” diye bu tartışmalara
sert bir cevap vermişti.
Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine en büyük destekse DP
listesinden bağımsız olarak TBMM’ye giren ve adı Cumhurbaşkanlığı
adaylığı için geçen tek partili yılların değişmez Genelkurmay
Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’tan geldi: “Mademki eski tarzdan
ayrılıp halka doğru iniyoruz, halkın istediği, dertlerini,
şikâyetlerini her zaman için dinleyebilecek kimselerin halk
tarafından seçilmesi gayet tabiidir. Ve bu halkın hakkıdır.”