Türkiye, hakikatlerin cemaatlere (dini, seküler, ideolojik) göre
belirlendiği ama her cemaat neredeyse her konuda yüzde elli haklı
yüzde elli haksızken, yüzde yüz haklılık iddiasından vazgeçmediği
için de hakikatlerin ve uzlaşmaların ortaya çıkamadığı bir ülke.
Zaten hakikatle ilgilenen insan sayısı da çok değil.
Hele söz konusu olan tarihse. Ve konu Lozan’sa...
Daha imzalanmadan günlerce Meclis’te basında sert tartışmalara
neden olmuş bir anlaşma Lozan.
İlk tartışmalar Lozan’a kimin gideceği üzerine yaşanıyor.
Meclis’teki tartışmalardan üç kişinin adı öne çıkıyor. Savaş
boyunca TBMM hükümeti adına en ağır diplomatik trafiği yönetmiş,
çok iyi derecede İngilizce veya Fransızca bilen üç isim bunlar;
Başvekil Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Sağlık
Bakanı Rıza Nur Bey.
Ama Mustafa Kemal’in kafasında ise başka bir isim vardır; “Daha
önce diplomatik bir tecrübesi olmadığı, kulaklarının ağır işittiği
ve İngilizcesi ve Fransızcasının böyle bir müzakere için yeterli
olmadığı” eleştirilerine aldırmadan da o ismi heyet başkanı olarak
Lozan’a gönderir; İsmet Paşa’yı...
Lozan’a savaşın galibi olarak giden Türkiye’nin karşısındaki dev
ülkelere göre en büyük kozu da zaten sahada savaşıp kazanarak
buraya gelmiş, anlaşma olmazsa yeniden savaşmayı göze alacak tek
taraf olmasıydı. O savaşın komutanlardan biriydi İsmet Paşa. Ama
diplomatik tecrübesi zayıftı.
Ama Lozan’da zemin ve şartlar Türkiye’nin lehineydi. Yunanlılar
yenilmişti, Fransız, İtalyan ve Ruslarla Lozan öncesi masaya
oturulmuş, anlaşılmıştı.