Türkiye’de Meclis’in tarihi bugünlerde birilerinin cehaletle söylediği gibi dış baskıyla, özentiyle değil belki bir âyet-i kerimeyle başlatılabilir: “Bir hüküm verirken onlarla istişare et.” (Ali İmran/159)
Bundan 150 yıl önce Ayasofya Camii’nin kürsüsünden Ali Suavi de bu öz güvenle seslenmekteydi:
“Hükümet-i İslamiye şûra üzerine tertip olunmuştur. En salih ve adil zat bile hükümete hâkim olsa bulunduğu makam yine kendisini efkâr-ı halisanesinden hariç harekette bulundurmaya sebep olur…”
Yeni Osmanlı aydınlarının en güçlü sesi Namık Kemal, yurt dışından gizlice ülkeye sokulup değerinin beş katı fiyatına satılan gazetelerden “ve şavir hum fi’l emr nassı sarihi ile usul-u meşveret emredilmiştir. Bu açık emir iken neden devletimiz de muteber değildir” diye sormaktaydı.
Bütün bu sesler 1876’da Kanun-ı Esasiye’yi ilan ettirdi ve 18 Mart 1877 günü Dolmabahçe Sarayı’nın, 115 temsilcinin hazır bulunduğu Muayede Salonu’nda toplanan Meclis-i Mebusan, Padişah 2. Abdülhamid’in “Hak teala hazretleri cümlemizin mesaisini mazhar-ı tevfik buyursun” duasıyla açıldı.
Bundan tam 140 yıl önce, dünya parlamentolar tarihi içinde de epey erken bir vakitte açılan Meclisimiz iki yıl sonra savaş şartları baş gösterince de kapatılmadı, tatile gönderildi.
Ama bu 30 yıllık uzun tatil boyunca da o Meclis’in yeniden açılması için Nakşi Şeyhi Erbilli Esad Efendi’den Enver Paşa’ya, Bediüzzaman Said Nursi’den laik Ahmet Rıza Bey’e, “İslamcı” Mehmet Akif’ten hümanist Tevfik Fikret’e, milliyetçi Ziya Gökalp’e kadar ülkenin yetişmiş insanları sürgün, hapishane demeden mücadele ettiler.