Dikkatli okurların gözünden kaçmamıştır. Bir süredir muhalif bazı yorumcular, uzmanlar, akademisyenler, gazeteciler siyasi parti liderlerinden bahsederken isimleriyle hitap etmeyi tercih ediyor.
Yani Kılıçdaroğlu yerine Kemal Bey, Akşener yerine Meral Hanım, Babacan yerine Ali Bey diyorlar.
Zaman zaman bu siyasetçilerle birebir tanışan gazeteciler olarak biz de böyle konuşuyoruz ve yazıyoruz, korunması gereken mesafeyi ihlal ediyoruz
Ama bunu sık sık yapanlar galiba sadece siyasetçilere yakınlıklarını ve tanışıklıklarını vurgulamıyorlar, faniler dünyasındaki gözlemci, analizci, sorumlu vatandaşlardan olmadıklarını, Olympos’taki karar alıcılar dünyasında da dolaştıklarını söylemeye çalışıyorlar.
Tabii ki siyasette aktör olmak bir vatandaşlık hakkı.
Ama siyasi aktörlükle siyasi gözlemciliği birbirine karıştırmamak şartıyla…
Özellikle Türkiye gibi her şeyin siyaset tarafından kuşatıldığı, kimseye tarafsız kalma lüksü verilmeyen bir ülkede gazetecilerin, akademisyenlerin, yorumcuların mesafeyi ve sınırları koruması kolay değil.
Ama siyasi aktivizmini açıktan yapmak yerine, tarafsız gazetecilik ya da bağımsız akademik faaliyet gibi yapmak fena halde göze batıyor.
Bunun son örneklerinden biri geçen hafta yayınlanan “Siyaset Bilimcilerden Altılı Masa’ya Açık Mektup” adlı açık mektup oldu.
Mektubu bir kısmı yurtdışındaki üniversitelerde görevli olan,
bazılarının akademik kurumunda internet sitelerinin adı yer alan
çoğunluğu genç akademisyenlerden oluşan 70 kişi imzaladı.
Tabii ki akademisyenlerin sorumluluk duygusuyla siyasete müdahil olmaları takdir edilecek bir hareket.
Kimseyi bunun için herhangi bir şey ile itham edip eski ve köklü bir aydın düşmanlığı geleneği olan bir ülkede herkesin kaçınması gereken kötü bir alışkanlığı yaşatmamak gerek.
Türkiye’de entelektüeller, kanaat önderleri imzalı bildirileri ve açık mektupları severler. Bu bilinen bir siyasi aktivizm türüdür. Son zamanlarda belki fazlaca başvurulduğu için fazla dikkat çekmiyor ve işe yaramıyor. Belki de sosyal medya bütün sivil toplum aktivizmi gibi bu toplu bildirileri de yutmuştur.
Ama bu bildiride en baştan dikkat çekici bir fark var.
Bazen hukukçuların hukuki bir konuda, tarihçilerin tarihle ilgili bir tartışmada ortak bildirileri imzaladıkları görülmüştür ama bugüne kadar güncel siyasetle ilgili bir konuda sadece siyaset bilimcilerin imzaladığı bir bildiri herhalde olmamıştı.
Çünkü siyaset bilimci-siyaset ilişkisi, tarihçi-tarih, hukukçu-hukuk ilişkisi gibi bir şey değil, siyaset bir uzmanlık alanı değil, siyaset yapmak da bir meslek ve uzmanlık konusu değil, bir vatandaşlık hakkı.
Bir siyaset bilimcinin uzmanlığı da bu siyaset alanını tarihsel,
entelektüel, ideolojik olarak takip etmek, okumak, anlatmaktan
ibaret.
Yoksa siyaset bilimci olmak kimseyi siyaset uzmanı ya da siyasetçi yapmıyor. Kimseye de siyaset hakkında özel bir konuşma hakkı vermiyor.
Özellikle de mevzu bu açık mektupta olduğu gibi “muhalefetin adayı kim olacak” gibi Türkiye’nin neredeyse bütün ev oturmalarının gündemi olan, üzerinde konuşup, fikir beyan etmek için herhangi bir akademik titr, uzmanlık ve tabii akademik kurum adı gerektirmeyen bir konuysa.