Geçen hafta gazetelerde küçük ama ilginç bir haber çıktı. Haber son Yüksek Askeri Şura sonrası kadrosuzluk sebebiyle emekliye sevk edilen Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü’nün altı yıldır birlikte çalıştığı gazetecilere gönderdiği veda mektubuydu. Haberi ilginç yapan bir veda mektubu göndermesi değildi, mektubun alışılmadık içeriği ve bunun haber yapılmasına izin vermesiydi. Darbe akşamı Genelkurmay Başkanlığı'nda gözleri ve elleri bağlanarak gözaltına alınan sonra sabaha kadar Akıncı Üssü'nde rehin tutulan ve burada darp edilen Özkürkçü’nün duyulmasını istediği veda mektubu klasik bir veda mektubuna göre fazlasıyla sitemkardı: "15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi Genelkurmay Karargahı'nda asker elbisesi giyen şerefsizlerce derdest edildim, direndim, mücadele ettim, iki hainden şiddetli darplar aldım. . . Yerimi, makamımı kaybederim korkusuyla zinhar yalana, dolana başvurmadım. Komutanlarımdan azar işitme, bulunduğum makamı bile kaybetme pahasına hep gerçekleri söyledim. Yanlış veya eksik olduğunu değerlendirdiğim bir konuda komutanlarımın hoşuna gitsin diye, savundukları düşüncelere de 'Çok güzel, muhteşem, doğrudur' demedim. Bu çok uzun süreçte maruz kaldığım haksız ithamları, yalanları ve vefasızlıkları artık bir kenara koyarak son sözümü söylüyorum; devlet anamdır, babamdır, eşimdir, kızlarımdır, namusumdur.