Kemal Tahir’in, Atatürk’e yönelik İzmir Suikastı’nı anlattığı
romanı Kurt Kanunu adını o sözden alır: “Kurtlukta düşeni yemek
kanundur”
Son bir ayda tanık olduklarımı “Türkiye’de bir ay içinde başınıza
neler gelebilir” başlığıyla yazın plajlarda okunacak bir kitaba
çevirsem, ben de herhâlde o sözle başlardım.
Cumhurbaşkanı’nın Zagreb gezisinden iki gün sonra, failleri belli
imzasız bir andıçla aslında “Hocacılık” adlı bir örgütün üyesi
olduğumu, “AK Parti’ye sızması için gençlere talimatlar verdiğimi”
öğrendim. Sonra aslında ‘Hocacı’lığımın da aslında samimi olmadığı,
bir maske olduğu, “17/25 Aralık’tan sonra AK Parti içinde
bırakılmış bir kripto cemaatçi” olduğum ortaya çıktı. Nedense karşı
cepheye sızma ve kendini saklama alanında dünya istihbarat tarihine
geçecek bu üç yıllık başarı hikâyesini, kolayca “Cumhurbaşkanı ile
Başbakan arasında görüş farklılıklarının sebepleri” başlıklı bir
yazıyla sürdürüp, esas hedefime doğru yürüyebilecekken, kaybedeceği
açık tarafa oynayıp berbat etmişim meğer.
Aynı anda cemaatçiler tarafından “MİT’çi”, pelikancılar tarafından
“cemaatçi”, “yeni bir ihale almış AK Parti içinde sinsi proje
adamı”, “Brezilya darbesinde bile parmağı olan uluslararası paralel
ağın bir parçası”, biraz daha ‘küçük’ pelikanlar tarafından “bir
kanala Hocacılık için yerleştirilmiş” ilan edilmeden sonra son
olarak da 6 yıl önce çalıştığım gazetenin üç yazı işleri müdüründen
biri olarak, yönetimin isteğiyle haberin esas sahibiyle birlikte üç
kişi olarak altına imza attığımız bir haber için hakkımda iddianame
düzenlendi ve 21 yıl hapsim isteniyor. Meğer ayrıca beş kişilik
butik bir “Balyoz kumpasçıları” örgütünün de üyesiymişim…
İşin tuhafı birlikte kumpas yaptığımız bu beş kişiden dördü de
benden bayağı nefret ediyor, hatta bazıları benimle birlikte
yargılanmaktan utandıklarını yazdılar.