Mart 1949’da Ankara Palas’ta Galatasaraylıların düzenlediği bir
baloda Naşide adlı bir kadına ait bir çanta kayboldu. Çantada
değerli bir eşya yoktu, birkaç ruj ve bir defter. Olayı gazetelerin
birinci sayfalarına çıkaran ise görgü şahitlerinden ikisinin bakan
olmasıydı.
Ticaret Bakanı Atıf İnan, çantayı İsmet Paşa’nın oğlu Ömer
İnönü’nün masasında oturan bir gencin yürüttüğünü iddia etmişti.
Mahkemede de bu iddiasını sürdürdü. Sanık olarak yargılanan 22
yaşındaki genç, Ulus gazetesinin genç bir muhabiriydi. Gazetede
bazı bakanlar hakkında pek de hoşlanmadıkları anlaşılan haberlere
imza atmıştı. Mahkemede bakana “Bir gencin istikbaliyle
oynuyorsunuz” diye çıkışmış, bu karşılıklı diyaloglar ertesi günkü
gazetelerde geniş olarak yer almıştı. Mahkeme genç adamın
beraatiyle sonuçlandı. Ama bu çıkacağı son mahkeme olmayacaktı.
O genç gazetecinin adı Çetin Altan’dı.
“Şarkta biyografi olmaz çünkü” diye başlayan bir cümlenin sonunu
herhalde en iyi Çetin Altan tamamlardı.
Biyografi yazabilecek herkesin birbirinin ahbabı, tanıdığı olduğu
en azından dokunulmazlık zırhının çekim alanı altında yaşadığı bir
ülkede dürüst bir veda bile epey cesaret, şimşekleri üzerine
çekmeyi göze almak ve tabii ki zahmete girmeyi gerektiriyor. O
koruma çemberinin dışında kalanların arkasındansa atış
serbest...
Bunun bir ortası muhakkak bir gün bulunacak.