1968-1971 döneminde Türkiye’de sosyalist harekette büyük bir devrim beklentisi vardı. Devrim, sanki insanın elini uzatsa yakalayabileceği kadar yakındı. Gerçek bir bilimsel analize dayanmayan bu beklentiler, örgütlü işçi hareketinin yenilgisinin ardından büyük bir hayalkırıklığına ve siyasi savrulmaya neden oldu. İşçi sınıfının bir bölümünün daha önce hiç görülmemiş eylemleri büyük umut yarattı; ancak işçi sınıfının büyük bölümü bu dönemde de sessizliğini korudu. Emekçi sınıf ve tabakaların gündeminde köklü bir düzen değişikliği değil, mevcut düzen içinde durumlarının iyileştirilmesi vardı. Bu ikisi karıştırıldı.
TÜRKİYE BİR KÜÇÜK BURJUVALAR ÜLKESİYDİ
1965 nüfus sayımı sonuçlarına göre, Türkiye’de gelir getirici bir işte çalışan 13.6 milyon kişinin 3.0 milyonu ücretli, 3.9 milyonu kendi hesabına çalışan, 6.4 milyonu ücretsiz aile çalışanı ve 133 bini de işverendi. Ücretlilerin oranı yüzde 22.4 iken, kendi hesabına çalışanlarla ücretsiz aile çalışanların toplamının oranı yüzde 76’yı aşıyordu. Türkiye hâlâ bir küçük burjuvalar ülkesiydi.
1970 nüfus sayımı sonuçlarına göre, gelir getirici bir işte çalışan 15.1 milyon kişinin 4.2 milyonu ücretli, 4.0 milyonu kendi hesabına çalışan, 6.8 milyonu ücretsiz aile çalışanı ve 105 bini işverendi. Ücretlilerin oranı yüzde 27.6 iken, kendi hesabına çalışanlarla ücretsiz aile çalışanların toplamının oranı yüzde 72 idi.
MÜLKSÜZLEŞME DÜZEYİ GERİYDİ
1961-1971 döneminde ücretlilerin sayısı ve gelir getirici bir işte çalışanlar içindeki oranı artarken, ücretlilerin üretim araçları mülkiyetiyle olan bağlarında önemli bir kopma yaşanmadı. Diğer bir deyişle, mülksüzleşme süreci hızlı bir biçimde gelişmedi.