Devrim veya büyük toplumsal ve siyasal dönüşümler ancak bu sürece kitlelerin, yani sıradan insanların aktif olarak katılımıyla gerçekleşir. Bazen bir başka ülkenin gücüyle de dönüşümler yaşanabilir ancak bu yöntem sağlıklı ve kalıcı değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kızıl Ordu’nun Alman işgali ve faşist terörden kurtardığı ülkelerde kurulan düzenlerin sonucu bellidir.
Kitleler, yani sıradan insanlar ne zaman mevcut düzenin bazı sonuçlarına değil de mevcut düzene temelden karşı çıkarak köklü ve kapsamlı toplumsal ve siyasal dönüşümlerden yana olur?
Mevcut düzen içinde koşullar giderek çok kötüleştiğinde, iyileşme umudunun tümüyle ortadan kalktığında ve iktidar zayıfladığında; diğer bir deyişle, başka çareleri kalmadığında.
Eğer bu süreçte bir de kitlelerin güvenini kazanmış ve onlara öncülük edecek deneyim birikimi, güç ve kararlılığa sahip bir siyasal örgütlenme varsa, olgunlaşan devrimci durum bir devrime dönüşebilir.
Kitleler, yani milyonlarca sıradan insan, içinde yaşadıkları düzenden şikayetleri olsa ve daha iyi koşullar isteseler de, bu taleplerini mevcut düzen içinde gerçekleştirmeye çalışıyorsa, devrimci bir durum yoktur. 1968’in trajedisinin en önemli nedenlerinden biri, 1960’lı yıllarda yaşanan her işçi eylemini devrimin habercisi sanan sığ anlayıştır. Rusya’da 1917 Şubat Devrimi, Putilov Fabrikası işçilerinin ücret artışı ve işten çıkarılan işçilerin işe geri alınması talebiyle tetiklenmişti. Ancak diğer şartlar çok farklıydı.
1968’DE DEVRİMCİ DURUM YOKTU