Yönetenlerin eski yöntemlerle yönetemediği ve yönetilenlerin de eski yöntemlerle bile yönetilmek istemediği dönemler olur. Sanki Türkiye öyle bir dönemin eşiğinde.
Yönetenlerin eski yöntemlerle yönetemediğinin somut göstergesi, iktidarın işçi grevleri konusundaki tavrında çok açık bir biçimde ortaya çıkıyor.
Yürürlükteki mevzuatımıza göre, işçilerin belirli koşullarda grev hakkı var. Türkiye’nin onayladığı ve Anayasanın emredici hükmüyle doğrudan uygulanırlık kazandırdığı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmelerine göre ise çok daha geniş bir grev hakkı geçerli. Barışçıl olmak koşuluyla, işçilerin veya sendikaların uygulayacağı her türlü iş durdurma, işyeri işgali, iş yavaşlatma, genel grev, dayanışma grevi gibi eylemler Türkiye’de 2004 yılından beri yasaldır.
Mevcut durum bu.
İŞÇİLER MEVCUT ŞARTLARLA YÖNETİLMEK İSTEMİYOR
2017 yılında ekonomik kriz derinleştikçe işçi eylemleri yaygınlaşmaya ve sertleşmeye başladı.
İşçiler bu eylemlere başvururken, ILO Sözleşmelerindeki haklarını bilerek hareket etmiyorlar. Oturdukları minder tutuşmuş. Yandıkça, ayağa fırlıyorlar. Borcunu ödeyemeyen, artan ihtiyaçlarını karşılayamayan, işten çıkarılan, ücreti düşürülmek istenen ayağa kalkıyor.
Sendikaların bir kısmı da toplu iş sözleşmeleri görüşmelerinde istediklerini alamayınca, işçideki bu eylem eğilimine sahip çıkıyor ve destekliyor.
İşçi sınıfının giderek büyüyen bir kesimi, zaman içinde bu kervana katılacak.
YÖNETİCİLER MEVCUT YÖNTEMLERLE YÖNETEMİYOR
Grev hakkına ilişkin kanuni düzenlemeler AKP iktidarı döneminde yapıldı. Anayasada değişiklik yapılarak uluslararası sözleşmelere doğrudan uygulanırlık kazandırılması da AKP iktidarları döneminde gerçekleşti.