Depremi ilk kez ilkokul çağlarında Ankara’da yaşadım. Dört şiddetindeki bir sarsıntı herkesi şok etmiş ve evlerimizden dışarı çıkmıştık. Sonra 1990’dı sanırım bir büroda yalnızken Kadıköy’de yakalandım. Dört buçuk şiddetindeydi fakat masayı televizyonu avizeleri sallamaya kalpleri ürpertmeye yetmişti. İnsanın depreme alışması kanıksaması mümkün mü bilemiyorum. Ne kadar bilimsel açıklaması olursa olsun, kaç yaşımızda olursak olalım, sanki bildiğimiz dünyanın dışında bir yerden geliyor ve yeryüzünün tekinsizliğini yüzümüze vuruyor. Anormal olanın deprem değil dünyanın bu kadar düzen içinde işlemesi ve Allahın inayeti ve merhametinin farkında olamayışımız fısıldanıyor belki. 17 Ağustos 1999 depremi çok büyük acıydı pahalı bir deneyimdi, keşke geleceğe yönelik işimize yarasaydı. Fay hattının tam üzerindeki şehirlerde yapılanma yatay olmalı ve malzeme ve mimari kesinlikle denetlenmeliydi. Deprem değil bina öldürüyordu, dere yataklarına su havzalarına inşaat yapılmamalı, her mahallede kolayca ulaşılacak geniş toplanma alanları olmalıydı.