Muazzez Akıncı’nın vefatını bildiren mesajı alınca içim sızladı, uzun zamandır görmemiştim kendisini. Babası Norşin’li, İstanbul’da yaşayan sebze halinde kabzımallık yapan bir işçiydi. Bu temiz ahlaklı genci Türkiye’nin kıymetli alimlerinden Sadrettin Yüksel hoca yine İstanbul’dan bildikleri Siirtli bir kızla evlendirmiş, Muazzez hanım bu iki saf temiz insandan doğmuştu. Muazzez hanımın kaderin sual olunmaz hükmüyle evladı olmamış, babası, kardeşleri, hatta eşi hepsi genç yaşlarda vefat etmiş, kendisi yaşlı annesine bakarak yaşamını sürdürmüştü. Evinin kapısı hayatı boyunca herkese açık kaldı. Eskiden bu kadar çok kafe ve mekan olmadığı gibi, ev dışında görüşme alışkanlığı da yoktu. İnsanlar buluşmak için onun adresini verir, en önemli toplantılar burada yapılır, başörtüsü yasaklarında mağdurlar, üzgünler, konuşmak isteyenler bu küçük ama kalbi geniş eve sığınır, haksızlığa nasıl karşı koyulacağına dair uzun sohbetlere dalınırdı. Çeşitli seyahatlerden dönen arkadaşlarımızın deneyimlerini dinlemek için buluşulacak adres, misal Almanya’dan Türkan Cumhur gelmişse onu görebileceğimiz yer yine Muazzez hanımın eviydi. Sinemaya tiyatroya veya Feza Sinemasında Çemberlitaş Kültür Merkezinde hayırlı bir etkinliğe katılmak isteyenlerin çocuklarını güvenle bıraktıkları yer de burasıydı diyor sevgili Eczacı Zehra. Bu dünyaya almaya mı, vermeye mi geldik sorusunun cevabıydı o.