Aslında Londra'ya gidecekti, Essex Üniversitesi'ne kabul edilmişti. Ama son anda vazgeçti, İTÜ'yü tercih etti. Çünkü, kendisine rol model olan ağabeyi İTÜ mezunuydu, onun izinden gitti. İki sene okudu. Mühendis olamayacağına karar verdi. Aklı fikri gazetecilikteydi. İstanbul Üniversitesi'ne geçti, gazetecilik okumaya başladı. Cep harçlığı bile yoktu. Bu nedenle, gündüzleri fakülteye gidiyor, akşamları Aksaray'da bir otelin resepsiyonunda çalışıyordu. 74 senesinin yılbaşı gecesi hayatının aşkıyla tanıştı. Jale'yle… Üniversiteden ortak arkadaşlarıyla katıldıkları yılbaşı partisinde birbirlerini tesadüfen gördüler, hani o ilk bakış vardır ya, her şeyi anlatır, işte tam öyle oldu, dans ettiler. Üç sene boyunca neredeyse her saniye ele ele dolaştılar, neticede evlenmeye karar verdiler. Ama maalesef çok ciddi bir pürüz vardı… Delikanlının ailesi Türkiye'de değildi, biraz sonra anlayacağınız sebeplerden ötürü, gelebilmeleri imkansızdı. Ne yapsın? Kızı istemeye tek başına gitti. O dönemler her şey karaborsa, gaz yok, yağ yok, şeker yok. E kızın ailesi de Erzurumlu, çay severler. Çikolata getireceğine, kaçak çay getirdi iyi mi… Karakterinin en önemli unsurunu, espri yeteneğini buraya da taşımıştı. Kızın ailesi bu mücadeleci sevimli delikanlıya, elbette gülümseyerek peki dedi. Henüz çocuk yaştayken, dördüncü sınıftayken evlendiler. Evlendiler ama, nasıl geçinecekler? Jale güzel sanatlar okuyordu, o dönemlerde yakaya takılan suni çiçek modası başlamıştı. İki genç insan, hayata böyle tutundular. Okulları bitene kadar başbaşa verip, suni çiçek yaptılar, öyle geçindiler. Bir kutu kaçak çay, bir tutam suni çiçek, bir hakiki mutluluk…