26 Ağustos 1922.
Tam yüz yıl önce bugün.
Sabaha karşı saat 3'tü.
Zifiri karanlıktı.
Ay, ince hilal şeklindeydi.
Gökyüzü berraktı.
Mustafa Kemal, atıyla Kocatepe'ye geldi.
Emir erleri yoluna fener tutuyordu.
Hiç konuşmuyordu.
Sakindi.
Sigara tüttürüyor, ufka bakıyordu.
Tık.
Telgraf sustu.
Anadolu'nun dünyayla bağlantısı kesildi.
Haftalardır bilgi kırıntısı bile sızmadan gizlice yürütülen hazırlıkların farkında olamayan Yunan karargahı, işte anca o anda anladı.
Türk'ün yumruğu kalkmıştı.
Hazırlıklarımız, o imkansızlıklar içinde olağanüstü kurmay zekayla ve olağanüstü fedakarlıklarla tamamlanmıştı.
Sakarya Savaşı'yla Büyük Taarruz arasındaki bir yıl boyunca ordunun
beslenebilmesi için 27 milyon kilo buğday, iki milyon kilo et, dört
milyon kilo sebzeye ihtiyaç vardı; süvarilerin atlarıyla, kağnıları
çeken hayvanlar için bir o kadar miktar yem gerekiyordu.
Bunların hepsi Konya ve Muğla bölgesinden temin edilmişti.
Askerlerimizin yüzde 90'ında ayakkabı yoktu, çarık giyiyorlardı.
Karadeniz'deki takalarımızla Sovyetlerden yüzbinlerce metre kumaş getirilmişti, 250 bin üniforma dikilmişti, Tekalif-i Milliye'den bu yana 500 bin adet iç çamaşırı, 2.5 milyon çift çorap toplanmıştı.
En ciddi eksiğimiz çadırdı.
Arazide barınmak için 150 bin çadıra ihtiyaç vardı.
Sadece yedi bin çadır bulunabilmişti.
Ama, Mehmetçik bunu asla dert etmiyordu, battaniyeye sarınıp, vatan toprağına uzanıyorlardı.
208 bin askerimiz vardı.
Karşı tarafta 225 bin.
93 bin tüfeğimiz vardı.