19 Mayıs 1919.
Samsun'a çıkmıştı.
Havza'ya geçecekti.
Arkadaşlarıyla birlikte, ahı gitmiş vahı kalmış hurda bir Benz otomobile bindi, anca bunu bulabilmişlerdi, yola çıktı, asfalt filan yok tabii, tarladan bozma toprak yol, yağmurdan iyice balçık haline gelmişti, bata çıka gidiyorlardı, arka koltukta değil, önde, şoförün yanında oturuyordu, bazen dayanamıyor, çukurlardan kurtulmak için direksiyona müdahale ediyordu, şoför gayrimüslim yaşlı bir adamcağızdı, dedim ya, anca onu bulabilmişlerdi, otomobil zaten haraptı, yarım saat bile dayanamadı, tık diye arıza yaptı, kaldı. İnip beklemekten başka çare yoktu, yaşlı şoför tamir etmeye çalışırken, yol kenarında bi ağaç altına çekilip, işi sabırla oluruna bırakacaklardı.
İşte bu davranış biçimi asla ona göre değildi…
Oturup beklemek, karakterine aykırıydı.
Arkadaşlarına baktı, yürüyebilir misiniz dedi.
Soru sormamıştı aslında, cevap vermelerini beklemeden, döndü, yürümeye başladı.
Mecburen peşine takıldılar, bir saat kadar uzakta Karageçmiş köyü vardı, orada konaklayacak, geceyi atlatacak, sonra tekrar Havza'ya doğru yola çıkacaklardı.
Kafalarında geleceğe dair milyon tane endişe, sessiz sessiz giderlerken, mırıldanmaya başladı…
Dağ başını duman almış
Gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar!
Siz de söyleyin diye seslendi gülümseyerek, yorgunluğunuzu alır, güç verir dedi.
Hep birlikte söylediler.
Bu gök, deniz nerede var
Nerede bu dağlar taşlar
Bu ağaçlar güzel kuşlar
Yürüyelim arkadaşlar!