12 Eylül dönemi… Bir grup solcu genç, o iklimin rüzgarıyla gaza
gelir, dernek kurmaya karar verir. Ancak, dernek yöneticisi olmaya
yaşları tutmaz. Düşünürler taşınırlar, takıldıkları kahvenin sahibi
Mahmut'u dernek başkanı olmaya ikna ederler. Mahmut'un aslında
sağcılıkla solculukla filan alakası yoktur ama, ne yapsın,
müşterisi olan gençler kahveden ayağını kesmesin diye mecburen
kabul eder. Dernek kurulur. Kahvenin karşısındaki binadan bi yer
kiralarlar, kültür ocağı tabelası takarlar. Şak, polis basar…
Gençleri kapının önüne dizip sorarlar, kim ulan bu derneğin
başkanı?
– Kahveci Mahmut.
– Nerde bu herif?
– Karşı kahvede.
Çağırın gelsin bakalım, kimmiş, neyin nesiymiş derler… Mahmut apar
topar gelir. Sen misin bu derneğin başkanı? Alakam yok dese, racona
sığmayacak, gençleri ispiyonlasa, hiç olmaz, gene mecburen “benim”
der… Duvarda Che'nin ve Marx'ın fotoğrafları vardır. Sivil
polislerin şefi Che'yi göstererek, Mahmut'a sorar.
– Kim bu?
– Kardeşim.
Bu defa Marx'ı gösterir polis.
– Ya bu kim?
– Babam.
– Nerde bu herifler?
Mahmut aniden hıçkırıklara boğulur, ağlaya ağlaya “öldüler”
der!
Polisler ne diyeceğini şaşırır.
Mahmut'u böylesine üzdükleri için kendilerini suçlu
hissederler.
Polis şefi, babacan bir tavırla nasihat etmek zorunda kalır…
– Oğlum bak ne kadar nur yüzlü bir baban var, ne diye dernekçilikle
mernekçilikle uğraşıp başını derde sokuyorsun, uğraşma bu tür
işlerle, babanın yaşına hürmeten seni bu defalık affediyorum!