Beş altı yıl kadar önceydi sanırım, imza günüm için Aydın’a gittim, havada bozuk yumurta gibi tuhaf bir çürük kokusu vardı.
Tarihin babası Herodot’un “yeryüzünde en güzel iklimin bulunduğu yer, gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” dediği şehirdir Aydın…
Çürük yumurta kokuyordu.
Nedir bu dememe gerek kalmadı, çünkü kimi görsem isyan edercesine şikayet ediyordu, “jeotermal santral” diyorlardı.
İstanbul’a döner dönmez ilk işim, bunu haber yaptırmak olmuştu.
Ve, ilk o zaman dikkatimi çekmişti… Jeotermal santrallardan şikayet eden vatandaşların haberi yayınlanır yayınlanmaz, hemen ertesi gün, malum gazetelerde jeotermal santralların faydalarını anlatan röportajlar çıkıyordu!
Bir yıl kadar sonra, bir televizyon programı için tekrar gittim Aydın'a… Nefes almamızı güçleştiren koku daha da ağırlaşmıştı.
Vatandaşlar kameraya göstermek için pankartlar hazırlamıştı, “jeotermal santralları istemiyoruz” diye çırpınıyorlardı.
Elimizden geldiğince duyurmaya gayret ettik.
Medyada jeotermal santralların olumsuz etkileriyle alakalı haberler
arttıkça, hadise iyice çirkinleşmeye başladı, hukuk mücadelesiyle
direnmeye çalışan vatandaşların üstüne bibergazıyla, tomalarla
gitmeye başladılar, köylere giriş çıkışları bile yasaklamaya
başladılar.
Üç beş yedi derken, durdurulmadı, aksine yol verildi, Aydın'da bugün 40'ın üstünde jeotermal santral var.
Netice?
Daha doğrusu neticelerden sadece biri demek lazım…
Bu yıl üretilen incirin yüzde 80'inde kalite sorunu var.
Yazmaya elim varmıyor ama, halk arasındaki tabirle “hurda” niteliğinde olduğu söyleniyor!
Aydın'da 7.5 milyon incir ağacı var.
40 bin aile incirle geçiniyor.
Oğlanların sünnet düğünüdür incir.
Kızların mürüvvetidir.
Ev, otomobil gibi gelecek planları bile incir hasatı üzerine kuruludur.