“Babam bir ev yapmış bize, tahta parçalarından… Adana’ya yapılan ilk gecekonduydu. Ondan önce gecekondu bilinmiyordu. Dam çinkoydu, babam eskiciden almış, üstünü çamurla sıvamış, tek oda… Yatak odası, yemek odası, oturma odası, misafir odası, mutfak, hatta banyo, hepsi o oda… Annem bizi leğende yıkardı, kendileri de aynı leğende yıkanırdı, hiç unutmuyorum, annem bir kova su getirir, bir de maşrapa, ben leğene otururdum, annem su dökerdi kafama, bütün içtenliğimle söylüyorum, havlu yoktu, annem eski fanilaları birbirine dikip bi şey yapmıştı, onunla bizi kurutur, köşeye oturturtu. Yer yatağına, yere sıralanır yatardık, en başa babam, yanına annem, yanına ablam, yanına öteki ablam, yanına ağabeyim, en uca ben, üç kişiye bir yorgan düşerdi, Tekir vardı, kedimiz, kim çok üşüyorsa, annem Tekir’i onun üzerine koyardı, Tekir ısıtırdı sabaha kadar… Gece yarısı yağmur yağarsa, tıp tıp tıp, yağmur damlası tam da benim burnumu bulurdu. Şubatta odun kömür biterdi bizde. Ama, hepimiz birbirimizi çok severdik, annem babamı çok sever, babam annemi çok sever, kardeşler birbirini çok severdi, böyle bir evdem çıktım ben.”
*
“Babam okulda hademeydi. Annem çamaşıra giderdi, onun bunun
çamaşırına… Önüne dağ gibi çamaşır yığarlardı, karşılığı bir lira…
Deterjan yok o zamanlar, küllü su vardı, küllü su elini parçalardı,
akşam bir lirayla mutlu mutlu gelirdi. O yoksulluk içinde annemin
üç çeşit yemeği vardı, etli bulgur, otlu bulgur, sütlü bulgur… Etli
bulgur dediğim, et yok, annem ekmeğin kabuğunu kuyruk yağında
kızartırdı, bulgur içine dizerdi, Alllahhh, oldu sana etli bulgur,
çatır çutur yerdik. Seyhan’ın kıyısından ebegümeci toplardım, otlu
bulgur olurdu.
Sütlü bulgur ise, aslında ayranlı bulgur, paramız bir kase yoğurda
yeterdi, bir kase yoğurda bolca suyu karıştır, o ayranı yedi
insanın yiyeceği bulgura karıştır, güya sütlü bulgur… Ama dedim ya,
sevgi öylesine çoktu ki evde, sevgi karnımızı doyuruyordu.”