Henüz üniversite öğrencisiyim.
Gazetecilik okuyorum.
Sokakta tatsız bi hadiseye karıştık, karşımızdaki polisti, o bize,
biz onlara… Kelepçelediler. Geceyi karakolda geçirdim. Sabah olunca
adliyeye götürecekler.
Dedim ki:
“Avukatımla görüşmek istiyorum.”
Komiser dedi ki:
“Burası Amerika mı lan!”
Çünkü (o zamanlar öyleydi) suçüstü yakalandığım için suçüstü
mahkemesine çıkacaktım, suçüstü mahkemesinde de avukat mavukat
olmazdı iyi mi…
Bindirdiler polis otomobiline, Konak’ta devlet hastanesinin önünde
indirdiler, ellerim önden kelepçeli, mevsim yaz, tişörtlüyüm,
kelepçelerin üstüne kazak filan atarak kamufle edemiyorum, emniyete
kadar o vaziyette yürüttüler, akıllarınca ibreti alem yaptılar
yani… Neyse, parmak izi filan, mahkemeye çıkardılar. Ayakta
duruyorum, bacaklarım titriyor. Atın içeri dese, en az iki üç ay
içerdeyiz.
Salona geldi hakim…
Şöyle ters ters baktı bana, sonra önündeki dosyaya baktı, “sen
misin bu eşek herif” dedi.
Ne diyeyim, en şirin ses tonumla “benim efendim” dedim.
“Polise vurmuşsun” dedi.
“Vurdum ama, ben haklıyım” dedim.
“Evladım, burası hukuk devleti, başına böyle bir iş geldiğinde
karakola gideceksin, o işin hesabını bizler, savcılar hakimler
soracağız, öyle değil mi?” dedi. “Haklısınız efendim” dedim.
“O halde tekrar soruyorum, polise vurdun mu?” dedi.
“Vurdum ama” dememe kalmadı, “dur” manasında elini kaldırdı.
“Oğğğlum, böyle bir şey olduğunda polise gideceksin, o işin
hesabını bizler, hakimler savcılar soracağız, anladın mı?”
dedi.
Nihayet anlamıştım!
“Şimdi tekrar soruyorum, polise vurdun mu?” dedi.
“Vurmadım efendim” dedim.
Derhal seslendi daktilonun başındaki memureye, “yaz kızım…”
*
Serbest bırakıldım.