Hafta sonu Avrupa’daydım.
*
Bizim asrın lideri altın varaklı tahtında otururken, nehirde tekne turu yapıyordum. Güzergah boyunca, çimlere yayılmış kızlı-erkekli gençler, kitap okuyor, gitar çalıyor, sıcacık gülümsemeleri her şeyi anlatıyor, mutlular… Ayaklarını suya sarkıtmışlar, önlerinden gondollar geçiyor. Senfoni orkestrası konserine gittim, yer bulabilmek için torpil yaptırdım, çünkü bu şehirdeki opera, bale, klasik müzik, tiyatro biletleri, yok satıyor, gişeye çıktığı an tükeniyor. Balmumu Heykel Müzesi gezdim, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Canlı Tarih Müzesi, Kent Belleği Müzesi gezdim, ayaklarım yoruldu, ruhum dinlendi. Trafiğe kapalı, kaldırımsız sokaklarında yürüyorum, başımı nereye çevirsem, heykel… Etraf yemyeşil, elinde fotoğraf makinesiyle dolaş, ağaçsız tek kare çekemezsin. Milyon metrekareye ulaşmış büyüklükte parklar var. Masal şatosuna girdim, çocukluğuma gittim, Planetaryum’a girdim, uzay aracıyla samanyolunda seyahat ettim. Buradaki mimari restorasyonlara, estetik dönüşümlere bakınca, üzülerek görüyorsun ki, bizim şehirlerde yapılan kentsel dönüşüm, vazoya çiçek yerine takunya koymak gibi bi şey… Hemşehrileri uygar. Yere tükürmüyorlar. Öküz gibi omzuna çarpmıyorlar. Bana göre gelişmişliğin en önemli kriteridir, geceyarısı saat 2’de kadınlar tek başına dolaşabiliyor. İrlanda barında Türk şarabı içtim, Covent Garden’da su muhallebisi yedim.
*