Aslına bakarsanız, Ergenekon/Balyoz davaları turnusol kağıdıydı.
Kim asit, kim baz…
Herkesin rengi ortaya çıktı.
Toplumun bir kesiminin, toplumun bir başka kesiminden delicesine nefret ettiğini, bu vahşi kinle yanıp tutuştuğunu, kendisi gibi düşünmeyen insanların ölmesini istediğini, hatta, kendisi gibi düşünmeyen insanların aileleriyle birlikte ölmesini istediğini, bu korkunç duygusunu tatmin edebilmek için düpedüz yalan olduğunu bile bile en pespaye iftiraları alkışladığını gösterdi hepimize.
Milattı.
O güne kadar, emniyetiyle yargısıyla, kurumları sapasağlam bir devletimiz olduğunu sanıyorduk.
Hollywood yapımı kovboy filmi dekoru olduğu ortaya çıktı.
Önden bakınca, heybetli bina gibi görünüyordu.
Arkasına bakınca, meğer kalasla tutturulmuş, dandik kontrplaktı.
İttirsen yıkılacaktı.
İttirdiler.
Yerlebir oldu.
Ergenekon/Balyoz davaları, bu milletin milli marşının neden “korkma” diye başladığını teyit etti maalesef.
Korku'nun kayıtsız şartsız milli egemen olduğunu kanıtladı.
Aynı zamanda…
“Dahili ve harici bedhahların olacaktır, cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler”in ne kadar isabetli bir öngörü olduğunu kanıtladı.
Sınavdı.
Sınıfta kalındı.
Emperyalizm, yerli işbirlikçileriyle milleti denedi.
Millet, millet olmayı beceremedi.
(Çırpınan, mücadele eden bir avuç istisnayı elbette tenzih ederim.)
Çoğunluk sustu.
Gözünün önünde, göz göre göre yaşanan bu utancı sessizce seyretti.
Bu vebale ortak oldu.
Sayın ahalimiz gibi, sayın medyamızın çoook çok önemli bölümü de tir tir titreyerek masanın altına saklandı, “cesur, kahraman” filan gibi madalyalı sıfatlara sahip gazeteciler, okka altına gitme korkusuyla suya sabuna dokunmadı, etliye sütlüye karışmadı, neme lazım dedi.