Ben bir karikatüristim.
35 yıldır karikatür çiziyorum.
Karikatürist; uzun, dolaylı anlatımlar yerine, çarpıcı ve
etkili bir dille doğrudan aktarır duygu
ve düşüncelerini…
Bugün burada haksız, mesnetsiz, kabul edilmesi mümkün olmayan
ve insaf ölçülerini çok aşan suçlamaların muhatabı
durumundayım.
29 yıla varan hapis cezasıyla karşı karşıyayım.
Ayrıca, bu suçlamaları yapan savcının “FETÖ üyesi
olmak ve darbeye teşebbüs etmek” gerekçesiyle yargılandığını da
biliyoruz.
Evet, “örgüt üyesi olmamak ve örgüt adına suç işlememekle
birlikte, hareketleriyle örgütün çıkarlarına hizmet
etmekle” suçlanıyorum!
Yanıtım çok net ve kısa olacak:
Bu suçlamayı aynen iade ediyorum!
Ne yazık ki, 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemiz, 249
yurttaşımızın ölümüne, binlercesinin de yaralanmasına neden olan
bir darbe girişimine sahne oldu. Sonrasında darbe girişiminde
bulunanlarla mücadelede sergilenen hata ve zaaflar, reaksiyonumun
haklılığını teyit eder mahiyettedir.
Ben bir stratejist değilim. Ama aklım ve sağduyum şunu
söylüyor:
Demokrasilerde kabul edilmesi olanaksız darbe girişiminde
bulunanların, yalnızlaştırılması öncelikli hedef olmalıydı. Oysa
iddia makamının, uzun tarihi boyunca, her türlü terör örgütüyle;
Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok gibi
pek çok değerli evladının canı pahasına mücadele etmiş Cumhuriyet
Gazetesi’ni suçlamaların hedefi yapması, vahim bir hata olmuştur.
Arkasından gelen, dokuz aya varan ve peşin cezaya dönüşen
tutuklamalar ise kırılma
noktası sayılmış, FETÖ’yle mücadelenin inandırıcılığına ağır
darbe vurmuştur.
İddia makamına sormak istiyorum: Pensilvanya’da ovuşturulan
ellerin sesini, ben Silivri’deki hücremden duydum, siz hiç
duymadınız mı?
Yıllar önce, Fethullah Gülen’in devletteki örgütlenmesine
dikkat çeken karikatürler çizdim. Ne yazık ki ve ne komik ki, o
yıllarda Gülen’in sağ kolu konumundaki insanların tanıklığıyla
bugün yargılanıyorum.
Evet 23 yıldır Cumhuriyet Gazetesi’nde çizmenin onurunu
yaşıyorum. Önyargısız bir araştırma yapılmış olsaydı her dönem,
başta FETÖ olmak üzere bütün terör örgütlerine karşı çizilmiş en
sert karikatürlerin altında imzam görülecekti. Ve son altı yıldır
birinci sayfada yayınlanan terör karşıtı bu karikatürler, gazetemin
terör örgütleriyle yan yana gösterilmeyeceğinin bir başka kanıtı
sayılmalıdır.
Esasen, bağımsız aklın, sorgulayan özgür düşüncenin kendisini
ifade etmeye başladığı bir dönemin sanatıdır karikatür…
Biat kültürüne, katı, kaba hiyerarşik ilişkiler üzerinde
şekillenen ve şiddeti öne çıkaran yapılarla, karikatürün ve onu
üreten insanların yan yana gelmesi eşyanın tabiatına
aykırıdır.
Doğru ve etkili bir karikatür; kalıpların, şablonların dışına
çıkabilmiş, cesur ve özgür bakış açılarıyla oluşturulabilir. Oysa
katı hiyerarşik ilişkilere dayalı örgütsel yapılanmalar, bir
karikatüristin ihtiyaç duyduğu özgürlük arayışına uygun zemin
yaratamazlar. Şiddete dayalı örgütlenmeler tabulara yaslanırken,
mizah ve karikatür kelimenin tam anlamıyla tabu yıkıcı olarak işlev
görür.
O nedenle, ne demokrasi karşıtları mizahçıları sever,
ne de mizahçılar şiddete tapan yapılanmaları…
Bu gerçekliğe karşın, bir karikatüristi terör örgütlerine
yardım ve yataklık yapmakla suçlamak, ağır hapis cezalarına
çarptırmak, sadece karikatüriste değil, bu ülkeye de
kötülüktür.
Karikatür, eleştirel düşünce demektir.
Bakın, OECD’nin yaptığı eleştirel düşünme ve problem çözme
araştırmasına göre, ülkemizde ileri düzeyde eleştirel düşünen,
itiraz edebilen gençlerin oranı sadece yüzde 2.2’dir.
Oysa OECD’nin ortalaması yüzde 11, Güney Kore’de ise bu oran
yüzde 28’dir.
Karikatürü, özellikle okullarda, eleştirel düşüncenin
geliştirilmesi için değerlendirebilirdik. Ama biz onu tamamen yok
edecek bir yargı sürecini tercih ettik.
Bir de değerlendirmeleriyle suçlamalara dayanak
oluşturan bilirkişimizden söz etmek istiyorum:
Kendisi basın suçlarında uzman bir ceza hukukçusu değil,
anlambilim üzerine uzman da değil… İletişim uzmanı hiç değil… Peki
ya ne? O bir bilgisayar uzmanı! Sadece hükümete yakın kuruluşlarda
çalışmış.
Bilirsiniz, ergenler yeni keşfettikleri sözcükleri, yerli
yersiz kullanarak akranları üzerinde etki yaratmak isterler. Bizim
bilirkişinin keşfettiği büyülü sözcük ise manipülasyon… Neredeyse
raporunda yer alan bütün cümleler “ben bi manipülasyon gördüm”
tadında! Bilirkişinin anlattıklarından, suyun aşağı tarafında
bulunan kuzuyu yemek isteyen kurdun gerekçesi anlaşılıyor: “Sen
benim suyumu manipüle ediyorsun!”
Kendisinin manipülasyonu tarif ederken kullandığı tanımlardan
biri “gerçeği perdelemek” idi… Esasen gazetecilerin dokuz ay
Silivri’de haksız, mesnetsiz bir şekilde kalın duvarların arkasında
tutulmasına neden olan raporun yaptığı tam da bu: Gerçeği
perdelemek, yani manipülasyon!
Bu iddianamenin bir mizahçıya ilham verecek malzemeyle yüklü
olduğu daha ilk günden görüldü. Sadece muhalif olanlar değil,
iktidara yakın gazeteciler de bu gülünç iddialara dikkat
çektiler.
Artık herkes biliyor ki, bu iddianameyi hazırlayan savcı,
hakkında iki defa müebbet istenen bir FETÖ sanığı ve darbeye
teşebbüs etmekten yargılanıyor.
Bu iddianameye göre:
Gazetemize, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY “adeta” el koymuş,
gazetemiz bir terör örgütünün “adeta” savunucusu olmuş, “adeta”
kollayıcısı olmuş… Ortada somut delil yok, örgüt üyeliği yok, ama
“adeta” bir örgüt var ve bu örgütün işlediği “adeta” suçlar
var.
Bu durumda bizler de dokuz aydır Silivri’de “adeta”
tutukluyuz!
Bir arkadaşımız daha ByLock’un olmadığı tarihte bir ByLock
kullanıcısıyla irtibat kurmuş, kurabilmiş!
Evine parke döşeten arkadaşımız ise parkecinin bir diğer
müşterisi FETÖ’cü olduğundan FETÖ’cü sayılmış!
Ben de üç günlük Bodrum tatili için, gazetelerde tam sayfa
ilanları yayınlanan, herkesin bildiği bir seyahat şirketini
aramışım. Bu arama, terör örgütüyle irtibat sayılarak, önüme suç
kanıtı olarak konulmuş.
Bodrum’da deniz manzaralı bir odada üç gün kalmayı umarken,
Silivri’de beton manzaralı hücrede dokuz ay kaldım. Yaşadıklarım
bir rezervasyon hatası diye geçiştirilecek gibi değil!
Bu iddianame, objektif gerçeklikle irtibatını koparmış, insaf
ölçülerine sığmayan, gayri ciddi bir iddianamedir. Yüreği ve beyni
ipotekli olmayan herkesin gözünde düşmüştür… Evet
düşmüştür!
Takdir edersiniz ki, bu iddianame üzerine kendi esprilerimi
yapabilirdim ama yapmadım… Çünkü nezaket çerçevesinde mizah
yapanlar bilirler ki, düşene vurulmaz!
İddia makamı, bizi bazı terör örgütleriyle irtibatlı
gösterebilmek için dile kolay tam 5.5 ay çalıştı ve ekleriyle
birlikte 30 klasörlük soruşturma dosyası hazırladı. Bu durumda
birimizin çıkıp suçunu itiraf etmesi bekleniyor olabilir. Ama belki
de bu işi bir karikatüristin yapması daha uygun
olur!
Karikatüristten itirafçı olur mu?
Denemek istiyorum!
Evet ben karikatür hayatımda sadece bir örgüte yardım ve
yataklık ettim.
Bu örgütün adı Ü.T.Ç.
Açılımı: Ülkemin Tüm Çocukları.
Üyeleri arasında 2.5 yaşındaki torunum da var.
Biliyorum ki heyetinizin de çocukları, salonda bulunan
dostlarımızın da çocukları bu örgütün üyeleri arasında.
Torunuma örgütlerinin amacını sordum, anlattı: “Dede biz de
batılı akranlarımız gibi yaşamak istiyoruz, özgür ve mutlu bir
hayatımız olsun istiyoruz, düzgün evlerde oturmak, iyi okullarda
okumak istiyoruz, kimse ölsün mölsün istemiyoruz.”
Peki, beni de örgütünüze üye yapar mısınız dedim.
“Olmaz dede, sen çocuk değilsin… Ama çok istiyorsan, bize
yardım ve yataklık yapabilirsin. Bizim için çizebilirsin”
dedi.
İşte, itiraf ettim.
Doğrusu bu çocukların örgütüne yardım ve yataklık benim
hayatımın anlamı oldu. Ben ceza tehditlerinden ziyade,
çocuklarımıza mahcup olmaktan korktum her zaman!
Biliyorsunuz, Türkiye 2016 hukukun üstünlüğü endeksinde 113
ülke arasında 99’uncu sırada bulunuyordu. 2017’de durumun daha da
kötüye gittiğini hepimiz görüyoruz. Adalet üzerine yapılan
tartışmalarda “ülkede adalet vardır” diyebilen kalmadı. Birlikte
yaşayabilmek için ihtiyaç duyduğumuz ortak paydadır, ortak
hukukumuz!
Dünyanın da ilgiyle izlediği bu davanın ilk duruşması, hukuka
ve adalete olan inancımızı yeşerterek, yeni bir dönemin müjdecisi
olsun. Bunu sadece kendim ve arkadaşlarım için değil, ülkem için
diliyorum.
Didik didik aranan evlerimizde ne para kasaları
bulunabildi, ne de dolar tıkıştırılmış ayakkabı kutuları!
MASAK ile TMSF, bize ve aile üyelerimize ait banka
hesaplarıyla, para hareketlerini inceledi. Ama suç kanıtı
sayılabilecek bir kuruşluk usulsüzlüğe rastlanmadı.
Aylarca incelemeye tabi tutulan şahsi elektronik eşyalarımızda,
ayrıca gazetemizde yer alan manşet, haber, fotoğraf, köşe yazısı ve
karikatürlerde, terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptığımızı
gösteren somut bir tek kanıt dahi sergilenemedi.
Evet, bu ülkede insanların kulakları “eeeeey!” diye başlayan
cümlelere aşinadır.
Ben de savunmamı “eeeey vicdan!” diyerek noktalamak
istiyorum.
*
Musa Kart’ın savunması bu.