Hiç öyle uzun uzun yazılar yazmamıza,
6’lı masada toplananların günümüzün Jön Türkleri, ittihatçıları olduğunu anlatmamıza,
Batılı elçilerin emrinde hareket ettiklerini izaha çalışmamıza,
PKK’yı, FETÖ’yü yöneten elin bunların da üzerinde olduğunu göstermemize…
Yok, yok…
Hiçbirine hacet kalmadı artık.
Bunlar geçmişte Abdülhamid Han’ı devirdikten sonra yaptıkları gibi, bizi savaşa sokup paramparça ederler” demeye kalmadan…
Nasıl ki, Rusya-Ukrayna savaşının hemen ilk günlerinde “Rusya’ya karşı cephe olalım” deyip, Büyükelçilerle oturduğu masanın hakkını verdiyse!...
Gezi davasının baş aktörü, hem de akrabası Osman Kavala’ya öyle bir sahip çıktı ki…
Hep anlatmaya çalıştığımız II. Abdülhamid Han dönemine kendisi gitti üstelik.
Tarih yeniden canlandı sanki.
Meclis kürsüsünde “Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm! Yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret“ sloganları attı yumruğunu sıkarak.
Öyle anlık kızgınlıkla söylenmiş sözler değildi bunlar…
İyice hazırlanılmış, çalışılmış, öyle gelinmişti.
Öfke, kin, intikam hırsı yüze yansımıştı; tıpkı CHP’li Özgür Özel’de olduğu gibi.
Bu defa Genel Başkan düzeyinde tehdit ve tarihî ikrar vardı.
Kimin için yapılıyordu bunlar?
Hayatımızı kilitleyen, haftalarca şehirlerimizi yakıp yıkan, devlet binalarını kepçelerle basmaya çalışan darbe girişiminin organizatörü Osman Kavala müebbet hapse çarptırıldığı için.
Hem de ekonomimiz IMF’den kurtulup, Cumhuriyet tarihinin en başarılı rakamlarına ulaşmışken yaptılar bunu!
Akabinde yargı darbe girişimi, çukur-hendek kalkışması ve 15 Temmuz geldi.
Gezi’de olanları çok yazdık, yine hatırlatırız ama mevzunun şu noktaya gelmesi önemli.
“1908’de istibdada karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur” cümlesiyle Gezi’nin sıradan bir ağaç meselesi değil, bir darbe girişimi olduğunu da ilk defa itiraf etti Meral Akşener.
Gezi organizatörü Kavala’sına sahip çıkarken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bugünün Sultan II. Abdülhamid Han’ı olduğunu söylemiş oldu aslında.