Boşuna kendimizi
kandırmayalım...
Brunson bir ajandı ve biz onu
bırakmak zorunda kaldık.
Yanlış yaptık da demiyorum, çünkü
yaşadıklarımız ortada.
Nitekim, “Devletimiz
bazı noktalarda geri adım atması gerekiyorsa hiç çekinmeden atmalı.
Duvarı aşamıyorsan biraz geri çekileceksin ki daha yükseğe
zıplayabilesin. Ne karar verirse versin, biz her zaman devletimizin
yanınızdayız” diye de yazmıştım.
Dolayısıyla kararın cezai
tarafını sorgulamaya gerek yok.
Ancak safa yatıp
kendi kendimizi kandırmaya da...
Hele hele FETÖ’nün elebaşı ve tüm
örgüt üyeleri ABD’de ellerini kollarını sallayarak dolaşıp,
Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla
suçsuz günahsız hapiste tutulurken...
Adamcağız, ABD’nin papazı gibi
ajanlık yapmamış, teröristleri örgütlememiş...
Peki suçu neymiş?
ABD, İsrail’in keyfi için İran’a
ambargo koymuş, Türkiye dinlememiş İran’la ticaret yapmış, parası
da Halkbank’a yattığı için müdür yardımcısını
tutuklamış.
Ticarette dolar kullanıldığını
bahane ediyorlar ama o da hikâye... İran’a doların gittiği yer
Dubai. Birleşik Arap Emirlikleri'ne bir şey yapan var
mı?
***
Brunson’ın serbest kalması
Türkiye için dünyanın sonu değil.
Bu kadar burnunu sürtmemiz de
büyük başarı.
Eski Türkiye olsa, bırakın iki
yıl hapiste tutmayı, kimse kılına dokunamazdı.
Brunson’ın karşılığında Hakan
Atilla ya da Suriye’ye yeni operasyon pazarlığı falan yapılmış
mıdır, onu da bilmiyoruz...
Varsa yakında anlarız
zaten...
Ayrıca elimizde konsolosluktaki FETÖ
iş birlikçisi Metin Topuz gibi başka isimler de
var.
Brunson’dan sonra onları da
serbest bıraktırmak için baskı kuracaklarını ABD’nin en yetkili
ağızları açıklamıştı zaten...
Süreci yaşar
görürüz...
Lakin Brunson sürecinden çıkacak
dersler olmalı...
Sadece hükûmete değil,
hepimize...
İçi boş tartışmalarla vakit
kaybına artık son vermeli,
Eğitime, bilime, teknolojiye
yatırım yaparak ülkemizi büyütmeliyiz.
Çok çalışmalı ve çok güçlü
olmalıyız ki, hakkımızı hukukumuzu koruyabilelim.
Yoksa iktidarıyla da,
muhalefetiyle de hamasetten öteye gidemeyiz.
***********
Adamlar çalışıyor be
kardeşim!
Geçenlerde bir sohbete kulak
misafiri oldum.
Erdoğan muhalifi grup sohbet
ediyor.
Bunlar sıradan kişiler değil, bir
yerlere gelmiş insanlar...
Yani kahvehane sohbetinden
bahsetmiyorum.
İçlerinden biri şu hadiseyi
anlattı:
Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı
döneminde yurt dışından önemli yatırımcılar Türkiye’ye davet
edilir.
Hemen hepsi gelir.
Sabah toplantı
yapılacaktır.
Fakat çok önemli bir problem
çıkar.
Kumara düşkünlüğü ile bilinen
dönemin başbakanı, bu kötü alışkanlığı sebebiyle uykusuz bir gece
geçirmiştir.
Sabah danışmanlarına toplantıya
katılmayacağını bildirir.
Çünkü muhtemelen alkollüdür
de...
O toplantı iptal
olur.
Düşünebiliyor musunuz Türkiye’nin
düştüğü durumu...
***
Hadiseyi anlatan Erdoğan
muhalifinin son cümlesi şu oldu:
“Bu adamlara kızıyoruz
falan ama kardeşim, geçmişte bakın Türkiye’yi kimler
yönetti...
Bunlar böyle bir görüşme
öncesi derslerine iyi çalışıyorlar, iyi hazırlanıyorlar ve deli
gibi koşturuyorlar. Erdoğan gecesini gündüzüne katıyor. Böyle bir
gerekçeyle Erdoğan’ın bir toplantıya katılmadığı vaki midir
hiç?”
***
Eh! Muhalif de olsa, vicdanlı
insan bunu söyler.
*****************
Tasarrufta Alman
usulü
Gazetemizin ekonomi müdürü
Fikret Çengel, Almanya’da doğup büyümüş
biri...
Malum krizdeyiz ve tasarrufu
konuşuyoruz.
Geçenlerde dünyanın en zengin
ülkelerinden Almanya’da halkın nasıl yaşadığını
anlattı:
Tasarruf etmek her Alman’ın
ruhuna işlemiş. Hem işlerinde hem de paralarını harcarken bir
değil, birkaç defa düşünürler. Bizzat
yaşadıklarım:
İlkokuldan başlayarak bize
dağıtılan ders kitaplarının ilk sayfasına adımızı yazarız. Bizden
önce kullananların hemen altına. 10 isim görmek mümkün. Her öğrenci
yıl boyu kullandığı kitabı, yıl sonunda öğretmenine teslim eder.
Böylece o kitap yıllar boyu kullanılır.
***
Bir evde çocuk doğduğunda
komşular, kullanmadıkları bebek kıyafetlerini getirir. “Bir
bebek tulumu en az 5 çocuk büyütmeli” der Almanlar. Her
mahallede, ikinci el kıyafetlerin ve ev eşyalarının bulunduğu
mağazalar vardır. Tamamen kamu yararı için kurulan ve STK’lar
tarafından yürütülen bu mağazalarda son derece uygun fiyatlara
rahatlıkla kullanılabilecek ev ve giyim eşyaları bulmak
mümkün.
***
Ne ev içi tüketiminde ne ev dışı
harcamalarında bir Alman ‘gösteriş’ yapmaz.
Gösterişin israf olduğunu bilir.
***
Birçok kez, bir restorana
fazlasıyla açıkmış girdiğimizde o anki iştahın etkisiyle verdiğimiz
siparişe, “işinize karışmak istemem ama bunlar size çok
gelir. Bir kısmını getirdikten sonra diğer siparişleri tekrar
konuşalım” dediğine şahit oldum. Yine yemeğin sonunda
birçok siparişin kaldığını gören servis görevlisi,
‘paket yapalım' teklifinde bulunur. Kalan
yemeğin paketlenmesi sıkça gözlemlenir restoranlarda. Parası
ödenmiştir ve çöpe atılmayacak kadar değerlidir.
***
İhtiyaç fazlası mutlaka yan eve
gider. Bir çocuğun bisikleti var ve yenisi alınıyorsa, eskisi
bisikleti olmayan eve hediye gider. Otomobil dâhil, ikinci el
ürünlerin çok uygun olmasının altında yatan espri
budur.
***
Mutfak alışverişlerinde de
Almanlar son derece hassas. Tüketim bol ama temel kriter israf
olmaması üzerine kurulu. Son kullanım tarihi uzun tüketim
mallarından bolca alıp daha uygun rakama satın alırken, kullanım
süresi az gıdalarda miktarı son derece sınırlı alıyorlar. İki kilo
domates alan bir Alman görmek neredeyse mümkün değil. Yine meyve,
sebze alışverişlerinde de ‘yetecek kadar’
alınır. Ekmekler uzun ömürlüdür genelde. Beyaz undan yapılan
ekmeklerin de gramajı düşük tutulur. Böylece ekmek israfının önüne
de geçilir.
***
Doğan her çocuğun mutlaka bir
kumbarası hazır tutulur. Kuruş kuruş biriktirmesi öğretilir. Bu
temel alışkanlık sayesinde Almanlar, bankalarda en çok tasarruf
mevduatı tutan ülkelerden biridir.
*********************
Adana'yı görmek
lazım...
Sen dünyayı dolaş...
Avrupa’da, Asya’da, Arap
Yarımadası'nda ve Uzak Doğu'da birçok şehri bil...
Hatta kıyıda köşede
kalan Hanoi’yi, Hartum’u, Rabat’ı, Zaporijya’yı falan
bile...
Ama kendi ülkendeki, dünyanın en
güzel şehirlerden birine hiç ayağın değmemiş olsun!
Adana’dan
bahsediyorum.
Hafta sonunu bu güzel şehrimize
ayırdım.
Sayın Valimiz Mahmut
Demirtaş, Lezzet Festivali’ne davet edince fırsatı
kaçırmadım.
Adana’nın kebabını, tatlısını
anlatmama gerek yoktur herhâlde...
Biraz bakım eksiği olsa da, şehre
bayıldım.
Sadece Seyhan Nehri'nin
güzelliğini görmeye bile değer...
Söylüyorum, Adana’ya
gitmediyseniz yanlış yoldasınız.
Ben yaptım, siz
yapmayın.