Hamdolsun…
Türkiye, ayağına vurulan
prangaları kırdı.
“Siz böyle
yönetileceksiniz” diye zorla üstüne giydirilen ve
asla çıkarmasına müsaade edilmeyen gömleği yırttı,
attı.
Menderes’e, Özal’a, Demirel’e,
Erbakan’a, Çiller’e yapılanlara Erdoğan’ın da hedef olması ve bu
defa milletin “Dur” demesi, bizi
bugünlere getirdi.
Devleti
sadece ‘seçilenlerin’ yöneteceği ve
seçmenin yetki vermediği hiçbir yapının iktidara ortak olmaya
tevessül edemeyeceği bir sistem hayata geçti.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti şimdi sil baştan yeniden
yapılanıyor.
Bürokrasi, en
verimli nasıl işler, buna göre
şekilleniyor.
Sadece siyasetçinin hesap verdiği
ancak, bürokratın bedel ödemediği, sorumlusu belli olmayan,
herkesin topu birbirine attığı, nihayetinde kimsenin faturasını
ödemediği, vaziyeti kendi menfaatine göre idare eden yapı ortadan
kalkıyor.
Ayakların baş, başların ayak
olduğu tuhaf düzen son buluyor.
***
Yeni sistemin ‘ilk
Başkan’ının yemin törenine şahitlik ettik.
Külliye’de işe başlarken ettiği
duaya “Amin” dedik.
Sonra kabine
açıklandı.
En çarpıcı atama, görevdeki
Genelkurmay Başkanı Hulûsi
Akar’ın, Millî Savunma Bakanlığına getirilmesi
oldu.
Bu, yaşanan değişim ve dönüşümün
en önemli göstergesidir.
Genelkurmay’ın, olması gerektiği
şekilde, artık Millî Savunma Bakanlığına bağlanacağını kestirmek
zor olmasa gerek…
ABD'deki gibi tek başkan
yardımcısının olması ve bütün sorumluluğun onda toplanması
isabetlidir.
Ekonomi, güvenlik, dış
politika, adalet gibi Türkiye için hayati önem arz
eden alanlarda tecrübeli bakanlarla yola devam edilmesi, risk
almama bakımından mühimdir.
Kabineye yeni giren bakanlardan
ise beklenti yüksek.
Birçoğu sektörün içinden gelen
isimler.
Şimdi masanın öbür başına
geçtiler.
Önceden devletten bekledikleri
atılımları şimdi birinci derecede yetkili olarak yapma
makamındalar.
Rabbim işlerini kolaylaştırsın,
ülkemize ve milletimize hayırlı hizmetler yapmalarını nasip
etsin.
***
Yine sisteme toplumun da alışması
biraz zaman alacak.
Başbakanlık artık
yok.
Bazı bakanlıklar ve kurumlar
kapatıldı.
16’ya indirilen bakanlıkların
yanı sıra önümüzdeki günlerde oluşturulacak 9 kurul ve
dört ofis sistemin tamamlayıcısı olacak.
Bunlar hem
denetleme, hem de icranın işlerini
kolaylaştırmak için çalışacak.
Bürokratlar artık Başkan’la
gelip, Başkan’la gidecek.
Başkan, görev
süreleri dolmadan bakanlar gibi, bürokratları da
görevden alabilecek.
Çünkü, artık hepsine
verilen hedefler ve bunları başarmak
için tanınan süreler var.
Başkan Erdoğan, bunun için
işaretini vermişti.
İlk yüz gün, ikinci yüz
gün ve sonrası…
Kimse artık oturduğu koltuğa
kazık çakamayacak.
Başarılı olamayan,
gidecek...
Ülkeye boşuna zaman
kaybettirmeyecek.
Sabırlı olun!
Her şey çok güzel
olacak.
**************
Yeni Millî Eğitim
Bakanı’ndan notlar…
Ne yalan söyleyeyim, kabine
açıklanır açıklanmaz beni en çok heyecanlandıran
atama, Ziya Selçuk’un Millî Eğitim
Bakanlığına getirilmesi oldu.
Ülkemizin en büyük meselesi bu
çünkü…
Basmakalıp, tören adamı, tipik
bürokrat kafasıyla çözülecek bir problem de değil bu…
Diğer her alanda yapılan
hataların, eksiklerin telafisi mümkün ama, eğitim öyle
değil.
Ziya Selçuk Hoca’dan çok
umutluyum.
***
Eğitim konusunda çokça yazı
yazdım.
Dünya, artık çocukların
yeteneklerini çok küçük yaşlarda keşfedip, gerekirse ilkokuldan
direkt üniversiteye taşırken, bizim hâlâ yüz yıl önceki kafayla
hareket ediyor olmamız, can sıkıcı.
Kabuğumuzu kırmamız, öğretilmiş
çaresizliklerden kurtulmamız lazım…
Bu yüzdendir ki yeni bakandan
ümitliyim…
Buna sevk eden de, hocanın
eğitime bakış açısı…
Bakın, geçmişte eğitimle ilgili
neler söylemiş Ziya Selçuk Hoca;
***
- Araçları amaç kıldık;
sınav kazanmayı sistemin ana gayesine dönüştürdük. ÖSYM bir
dakikada soru çözebilenleri başarılı, iki dakikada çözebilenleri
başarısız diye etiketlerken, aslında milyonlarca çocuğumuzun
kendine olan güvenini yok eden bir kuruma dönüştü. Türkiye'de
başarısız olarak etiketlenen on binlerce çocuğumuz dünyanın iyi
üniversitelerinde pekala üstün başarılar ortaya
koydu.
- Karnenin sol tarafı talim, sağ
tarafı terbiyedir. Sol tarafa yazılacak notlar için kurulan
sistemleri, altyapıyı ve bürokrasiyi düşünün. Bir de sağ tarafı
öğretmenlerin ne şekilde doldurduğunu… Sonra da terbiyeli çocuklar
yetiştirme konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu...
- Öğretmen kalitesiyle
uğraşmak yerine, bilgisayar alımı, sınav sayısını artırma,
öğretmene sınav koyma gibi gereksiz işlere
yöneldik.
- Bazı öğretmenler iklim
oluşturur. Bazıları da sadece hava durumu sunar. Bu iki öğretmen
tipi mutlaka ayrı değerlendirilmeli ve
kıymetlendirilmeli.
- Eskiden şekeri sadece
zenginler yermiş. Bu yüzden bazı insanlar ne kadar zengin
olduklarını göstermek için dişlerini çürütürlermiş. Çürütemezlerse
de siyaha boyarlarmış. Biz de bugün ne kadar başarılı olduğumuzu
göstermek için çocuklarımızı çürütüyoruz.
- Ortalamadan hızlı olmak,
ortalamadan zeki olmak anlamına gelmez. Çocuklar sınavlarda bir
veya iki dakikalık sürelerle puan kaybediyorlar. Ama gerçek hayatta
öyle problemler var ki, bir ömür sürüyor. Birkaç dakika süren
problemlere de genelde ihtiyaç molası deniyor.
- Bir kere başarısız
olmak her şeyin sonu değildir. Ehliyetinizde kaçıncı seferde
aldığınız yazıyor mu?
- Eğitim ihraç edilebilir ama
ithal edilemez. Kes yapıştır bir sistemle medeniyet tasavvuru
mümkün değildir.
- İleride robotlardan
dolayı çocuklarımız iş hayatına atılamayacaklar, işten atılacaklar.
O yüzden okullar robotların beceremeyeceği alanlara, yani temel
insani özelliklerin geliştirilmesine
yoğunlaşmalı.
******************
Geçmişten ders
almak…
Yıldız Teknik
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şeker’in,
geçtiğimiz hafta sonu Geniş Açı sayfamızda çok önemli bir makalesi
yayınlandı.
Bir bölüm özellikle ilgimi çekti,
buradan da paylaşmak istedim.
Şöyle diyor Mustafa
Şeker;
“Sultan II. Abdülhamid Han, bu
toprakların temiz ve saf çocuklarının iyi eğitimi alarak halisane
biçimde vatanına hizmet edebilmesini sağlamak için Batı’da hangi
modern tatbikatlar varsa bunların hepsini Osmanlı coğrafyasında da
açmış, devletin bekası ve devamlılığı için her türlü tedbiri
almıştır.
Sultanın bu adımları bugün bile
toplum nezdinde tanınan kimseler tarafından anlaşılamamış, yerine
göre en ağır hakaretlere ve ithamlara muhatap
olmuştur.
Bu davranışı sergileyen
kimselerin bugün hâlâ ‘dava
adamı’, ‘üstat’ ve ‘millî
kahraman’ gibi isimlerle çağrılması tarih ilminin
ilgilenmesi gereken ciddi bir problem olarak ortada durmaya devam
etmektedir.
Cemalettin Efgani, Abduh, Reşid
Rıza, Mevdudi, Seyit Kutup ve Hamidullah gibi kimseleri kendilerine
rehber edinen bu şahsiyetlerin Osmanlıyı yıkan kimselerle aynı
safta, aynı amaçlarda birleşmeleri ve aynı dili kullanmaları
ibretle üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir.”