Fatih Terim'i severim. Hatta bu ülkede Fenerbahçeli olup da
Fatih hocayı en çok seven kişiler arasında ilk üçe kesinlikle
girerim.
Şükür ki futbolculuğuna yetiştim. O zamanlar libero denilen "defans
arkası süpürücülüğünün" adeta kitabını yazmıştı. Hem futbolculuğunu
hem kaptanlığını sevdim.
Sonra ailesiyle tanıştım. Fulya hanıma sevgi ve minnet dolu
bakışlarını yakaladım. Kızlarını kucağına alıp, bağrına bastığı
anlarda babalığını sevdim. Sırf soyunma odasında arkadaşlarına
yüklenip, onları fazla eleştirdiği için dünya starı Hagi'yi bir
sonraki maçta takımdan keserken, teknik direktörlüğünü sevdim. Üç
maç üst üste yenilgi alıp, "Her şeyin sorumlusu benim" diyerek
yönetime istifasını sunduğunda adamlığını sevdim. Hatta ona pek
yakışan o hafiften külhanlığını bile sevdim... Netflix'deki Terim
belgeselini izlerken, onu sevdiğim için kendime bir kez daha hak
verdim.
Belgeselde Galatasaray'ın yeni teknik direktörü Okan Buruk, eski
hocası Fatih Terim'le unutamadığı anısını anlatıyordu. O antrenmanı
izlerken bizzat gözlerimle şahit olduğum anısını... Topla oynamayı
çok seven Okan bir türlü vedalaşıp da arkadaşlarına pas vermiyordu.
Terim bir ikaz etti, iki ikaz etti...