Gücü, gücü yetene... Bayramın ilk günü Dolmabahçe'den geçerken
gözüm iki seyyar köfteciye ilişti. Biri yaşlıca bir adam, diğeri
genç bir kadındı. Aklıma gençlik günlerim geldi. Sırf o stadın
önündeki köftecilerden yiyeyim diye Fenerbahçe'yi tuttuğum halde
Beşiktaş maçına gitmişliğim vardı. Ben eski günlerin hayaline
dalmışken sivil giyimli zabıta, köftecilerden kadın olanın yanına
gelip, arabanın çevresindeki tabureleri toplamasını istedi. Belli
ki birazdan onları oradan kovalayacaktı. O anda kadının yüzündeki
üzüntü ve hayal kırıklığını hiçbir ressam ya da yönetmen
canlandıramaz, hiçbir edebiyatçı betimleyemezdi. Belli ki yoğurduğu
köfteleri o gün, orada satması gerekiyordu. Yoksa bayramın birinci
günü herkes sefadayken o zavallı kadının orada ne işi olabilirdi
ki?
Arabada eşimle göz göze geldik. İkimizin de aklından aynı düşünce
geçmişti. Dev market zincirleri etiket oyunlarıyla halkı
söğüşlerken denetim görevini yapmayan belediye zabıtası, elin
garibanı dururken niye başı büyüklere bulaşsındı ki? Seyyar
çilekçinin arabasını devir, gariban köfteciyi kovala ki, millet
senin piyasayı "denetlediğini" sansın!..
Geldik mi yazının başındaki ilk cümleye? Gücü gücü...