İçimde ukdeydi. Sonunda 'yılın filmi' olarak değerlendirilen Ekşi Elmalar'ı izleme imkanı buldum. Vizyona gireli 10 gün olmasına rağmen, Edremit'teki sinemanın sabah seansında salonun yarısı doluydu. Belli ki en iyi tanıtım mecrası olan 'kulaktan kulağa sistemi' yavaş ama etkili bir şekilde işliyordu. Gördüğüm kadarıyla salondan mutsuz ayrılan yoktu. Zira bu filmi izleyip de keyif almayan kişinin mutlaka bir ruh doktoruna görünmesi gerekiyor.
Ekşi Elmalar'ın zamanlamasını son derece doğru bulduğumu söylemeliyim. İçimizin kasvete bulandığı, yarınlara ürkerek baktığımız, savaş ve terör sarmalına yakalandığımız şu günlerde, sinemaya gitmedim de, sanki kurtulduğum yangının ardından ambulansta maske ile oksijen aldım.
Yılmaz Erdoğan'ın türlü yeteneği arasında bana göre en önde geleni; şairliği.
Filmlerindeki insanı etkileyen şiirsellik de onun naif ruhundan geliyor. Tıpkı Kelebeğin Rüyası'nda olduğu gibi yine filmin ham maddesi asetatı, kalemine mürekkep olarak doldurmuş ve perdeye mısralar dizmiş.
Film, ağırlıklı olarak 70'li yılların Hakkari'sinde geçiyor. Seçim kaybetmiş bir belediye başkanı ve onun birbirinden güzel üç kızının etrafında dönüyormuş gibi görünen hikaye, aslında birbirinden bağımsız pek çok mesajın kuyruğunu birbirine ustaca bağlıyor.
Filmin beni bu denli etkilemesi; yeni kız babası olmamdan ya da babasını Alzheimer hastalığına kurban vermiş bir evlat olmamdan kaynaklanan 'özel' nedenlere bağlanabilir. Ama esasında en çok etkilendiğim, bir zamanlar Hakkari'nin en büyük derdinin 'aşkı bulmak' olmasıydı. Karlı dağlarıyla, cennet şelaleleriyle, muhteşem yaylalarıyla Hakkari'nin bu kadar güzel olduğunu bana kim anlatsa inanmazdım.