Dikkat ediyor musunuz, bu köşede eskisinden daha fazla belgesel
yapımlara yer veriyorum.
Sebebi kişisel. Çünkü içi iyice boşalan ve giderek şiddete esir
düşen yaz ekranında belgesel kanallarını kendime sığınılacak liman
olarak görüyorum da ondan.
Eskiden televizyon izleme mesaim bittiğinde, geç saatlerde iki saat
boyunca belgesel kanallarını dolaşır, böylece kirlenen ruhumu
çitiler, kendime ekran karşısında 'özel' bir vakit ayırırdım.
Ama fark ettim ki, artık günün hangi saatinde olursa olsun kendimi
belgesel izlerken buluyorum.
Bunun adı, resmen kaçış. Neden kaçış? Ekran kirliliğinden...
Haberlere artık hepten dayanamaz oldum.
Memlekette bir tane de mi güzel haber olmaz? Ya da güzel haberin
hiç mi haber değeri bulunmaz?
Bültenin orta yerinde bir de bakıyorum ki, parmaklarım 'refleks
olarak' kendiliğinden kumandanın tuşlarına dokunmuş.
Karşımda ünlü İtalyan şef Rocco'nun National Geographic'deki 'Tatlı
Hayat' belgeseli.
Kalamar carbonaro'nun kokusunu içime çekmek istiyorum, bültendeki
kan ve barut kokusunun yerine...
Artık gündüz kuşağına hiç bakasım yok. Geçen gün yazdım; ekrandaki
kriminal gündüz kuşağı programlarının sayısı dokuzu buldu. Onlar
aile içindeki küçük gelin infazını konuşurken, ben Discovery
Showcase'deki 'Ağaç Evi Ustaları'na takılıyorum.
Çocukluğum çağırmış olmalı...
Gün geçmiyor ki bir trafik kazası haberi bültenlerde öne çıkmasın.
Yolun ortasında sıra sıra dizilmiş üstü gazete örtülü kurbanlara
artık yüreğim dayanmıyor.
Çeviriyorum rotayı History Channel'daki 'Kont'un Arabaları'na...
Hafızamda, pert olup mezar haline gelmiş araçlar yerine pırıl pırıl
klasikler kalsın diye...
Malum, tartışma programları artık iyice rayından çıktı. Küfrün,
hakaretin, aşağılamanın bini bir para... En iyisi BeIn İz'de
'Wilko'nun Karavanı'na sığınmak..