Organ bağışına farkındalık oluşturmak için yapılan klibe atv'nin
hafta sonu kahvaltı haberlerinde rastladım. Bir genç, şehir hatları
vapurunda ayağa kalkıyor ve diyor ki: "Şimdi bir hayalimi
gerçekleştirmek istiyorum. Şu karşımda gördüğünüz kadına evlenme
teklif ediyorum. Peki sizin hayalini kurduklarınız neler?" Yolcular
sırayla ayağa kalkıp hayallerini anlatıyorlar. Kimi dünyayı gezmek
istediğini, kimi bir sahil kasabasına yerleşmeyi hayal ettiğini,
kimi de ev sahibi olmayı hedeflediğini söylüyor. Sonra bir başka
genç kalkıyor ayağa...
"Ben 5 yıldır organ bekliyorum.
O organın bağışlanacağı günün hayalini kurmak istiyorum. O zaman
belki ben de hayata tutunup gelecek için hayal kurmaya
başlayabilirim.
Yani ben aslında hayal kurmanın hayalini kuruyorum..." Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Akademisi öncülüğünde hazırlanan bu yarı amatör
klip, organ bağışı konusunda bugüne kadar şahit olduğum en
etkileyici kampanyaydı. Bir gencin hayal kurabilmek için bile sizin
bağışlayacağınız bir organa muhtaç olduğunu bilmek insanın üzerine
nasıl da ağır bir sorumluluk yüklüyor değil mi? Hele aramızda ölümü
beklerken hayal bile kuramayan gençler, çocuklar olduğunu
bilmek...
Bu klibe emek veren ve kafa yoran herkesi gönülden kutluyorum.
Umarım, 'kamu spotu' adı altında yüzbinlerce lira harcayıp da
ekrana birbirinden sevimsiz, soğuk, didaktik klipler boca edenler
de insanların kalbine dokunan bu çalışmadan haberdar
olmuşlardır.
Bu arada organ bağışı için harekete geçmemizi sağlayacak birkaç
istatistik veriyi de paylaşayım: Şu anda 28 bin kişi, yani bir
stadyumu dolduracak kadar insan organ bağışı bekliyor. Geçen yıl
organ nakli olabilen şanslıların sayısı ise sadece 500... Gelin,
geriye kalan 27 bin 500 kişiye de 'hayal kurma şansı'
tanıyalım...
İyi yemek yapmak ayrı, iyi yemek tatmak ayrı
şeydir
Ne yalan söyleyeyim, yemek yapmayı seven amatör bir aşçı olarak
tv8'deki MasterChef'i ilgiyle izliyorum.
Kanal da bu sezon neredeyse tutunacağı tek dal haline gelen
programa iyi yatırım yapıyor doğrusu. Cumhuriyet Bayramı'nda
Çanakkale Şehitliği'ne gidip Atatürk'ün en sevdiği yemekleri
yapıyorlar, bir hafta sonra Edirne'ye gidip Kırkpınar
pehlivanlarına özel menü hazırlıyorlar.
Programın bu denli ilgi görmesinin nedenlerinden biri de şeflerin,
bu program için gerekli 'teatral' olgunluğa erişmeleri. Üç şef,
parlak performanslarıyla programı sürüklüyorlar. Hepsinin de
sanatına, yeteneğine büyük saygı duyuyorum. Ancaaak...
Başlıkta da söylediğim gibi iyi yemek yapmak ayrı, iyi yemek tatmak
ayrı şeydir. Siz çok yetenekli bir aşçı olabilirsiniz ama rafine
bir damak tadına sahip olmak, moda deyimle 'gurme' özellikleri
taşımak apayrı bir yetenektir.
İşte bu nedenle yarışmacıların yaptığı yemekleri değerlendirme
konusunda sadece şeflerin kararı yetmez, yetmemeli.
Programa mutlaka tadım yapacak bir 'gurme heyeti' de dahil
edilmeli. Sanırım buna şeflerin de itirazı olmaz.
İnternetten kaval sesi indiren çoban
Vodafone'un son reklamı, teknolojinin hayatımızdaki egemenliğini
ortaya koyması açısından çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Doğulu anne, çocuklarının hepsinin atadan kalma çobanlık mesleğini
icra etmesinden gurur duyuyor. Ancak içlerinden biri, bir türlü
kaval çalmayı beceremiyor. (O çocuk kaval çaldığında kaçışan
koyunların görüntüsüne her seferinde çok gülüyorum) Sonunda çocuk
çareyi internette buluyor. Cep telefonuna indirdiği kaval sesiyle
bütün sürüyü mutlu mesut peşine takıyor. Yakında çip takılmış
koyunlarını evinden dışarı çıkmadan güden çobanları da görebiliriz
diye düşünüyorum.
İletişim teknolojisi herkesi çoktan eşitledi. Bundan böyle dağdaki
çobanı aşağılamaya kalkışan çarpılır vallahi...
Ne demiş?
100 kilo verdikten sonra yeniden O Ses Türkiye'ye katılan yarışmacı
"Gerçekten de üç beyazı bırakmanın çok önemi varmış" deyince Beyaz
araya girdi: "Un, şeker ve Beyazıt Öztürk değil mi?"
Gaf kürsüsü
Show Ana Haber'de sunucu "Kemal Sunal yaşasaydı 75 yaşında
olacaktı" derken, arkasında yer alan görüntünün üzerinde 'Büyük
usta 65 yaşında' yazıyordu.
Zap'tiye
Dünyada darbe olmayacak tek ülke ABD'dir. Çünkü orada ABD
Büyükelçiliği yoktur.