Seçim sürecinde, kariyerimin hiçbir döneminde olmadığı kadar
eleştirildim. Ama aynı zamanda hayatta görmediğim kadar da
desteklendim. Sebebi de köşemde ağırlıklı olarak siyaset odaklı
yazılar yazmamdı. Eleştirenler, "Sen televizyon yazarısın, siyaset
yazmak neyine?" diye üstten. küçümseyici bakışlar fırlattılar.
Her şeyden önce, televizyonun içinde yer alan her şey benim yazı
konumdur. Aylardır ekranda siyaset konuşuluyorsa, bir yazar olarak
benim buna kayıtsız kalmam, her şeyden önce mesleğime ihanettir.
Kaldı ki bu, sıradan bir seçim değil, beka sorunuydu. Bir yanda
emperyalistlerin, terör örgütlerinin, paralel yapıların açıkça
destek verdiği bir cephe, karşısında ise sadece "Vatan, millet,
hizmet" diyerek ülkesini savunanlar vardı. Böyle bir ortamda Yalı
Çapkını dizisinin eleştirisini yapmayı kendime yediremedim
doğrusu... Elim erdiğince, nefesim yettiğince bu yeni İstiklal
Savaşı'na katkı sağlamak adına okurlarımı aydınlatmaya çalıştım.
Tuzakları, algı operasyonlarını, kumpasları, yalanları deşifre
etmek için kalemimi sivrilttim.
Haşa, kendimi onunla yarıştıracak kadar şuurumu yitirmedim tabii
ki... Ama Hasan Tahsin de, Yunan'a İzmir'de ilk kurşunu atmadan
önce...