Haberleri izliyorum; kan, terör, vahşet... Dizilere geçiyorum;
kurşun, gözyaşı, ihanet... Tartışma programlarına zıplıyorum;
nefret, küfür, hakaret... Gündüz ekranı deseniz, hepsine okutur
rahmet...
Onca kanal, onca program arasında tek bir güldürü ve sadece bir
tane müzik/eğlence programı kalmış... Yani ekran başında kaçacak
yer, sığınacak liman, insanın ruhunu dinlendireceği bir kuytu köşe
yok... Ekrandan üzerime bulaşan kiri, pası biraz arındırmak için
belgesel kanallarına sarılıyorum, orada da plastik dolan
okyanuslar, kirlenen hava, soyu tükenen hayvanları görünce içim
daralıyor.
Sonra da diyoruz ki, "Nasıl bu kadar delirdik, neden bu denli
şiddete meylettik, tahammülsüz olduk?" Oysa televizyonun icadının
iki temel amacı vardı: Birincisi, film izleme keyfini eve taşımak.
İkincisi, evde ailece eğlenmeyi masrafsız hale getirmek.
Televizyonu icat eden elin oğlu, şimdilerde bizim ekranların halini
gördükçe mezarında ters dönüyordur herhalde...
Biz ne yazık ki...