Usta yapımcının son üretimi, Show TV ekranlarında pazar gecesi ilk kez izleyici ile buluşan 'Keşke Hiç Büyümeseydik' oldu. Güven ve ekibi, artık rençberi oldukları 'nostalji tarlasını' yine iyi ekip biçmişler. Bu kez başrolde 'pişmanlıklar' var. Sanırım, Birol Güven'in hareket noktasını 'Hangimiz keşke ile başlayan bir cümle kurmadık ki!' sözü oluşturuyor. Gerçekten de zamanı başa sarmayı, bugünkü aklımız ve tecrübemizle geçmişteki hatalarımızı düzeltmeyi hangimiz düşünmedik ki? Ve hatta hangimizin aklından defalarca 'Keşke hiç büyümeseydik' cümlesi geçmedi ki? Zaten giderek nostaljiye daha çok sevdalanmamızın, geçmişi çok daha fazla özlememizin sebebi, bugünden duyduğumuz rahatsızlık ve pişmanlık değil mi?
Dizi; fedakar bir babanın hak etmediği şekilde evlatları tarafından yok sayılmasını, kıymetinin ancak öldükten sonra anlaşılmasını, evlatlarının bu yoldaki pişmanlıklarını ve 'keşke'leri 'iyi ki'lere çevirme çabalarını anlatıyor. Omurgası flash back'lere (zamanda geriye dönüşler) dayalı dizilerin ilk bölümleri zordur. 'Keşke Hiç Büyümedik' de bu zorlukla savaştı. Ancak zaman zaman kurgu kopuklukları yaşamasına ve ritmini yitirmesine rağmen dalganın üzerinden aşmasını bildi. Bunda son derece zor bir rolü üstlenen usta oyuncu Ege Aydan'ın şapka çıkartılacak performansının da rolü büyüktü.
Dizi; 'aile olmanın' önemine vurgu yaparken, aynı zamanda en güçlü darbelerin en yakınınızda bulunan kişilerden geldiği konusunda işaret fişekleri de fırlatıyor. Öyle ya, uzaktan gelen bir darbe için kolunuzu kaldırıp kafanızı koruma şansınız var. Peki ya en yakınınızda duran ve bir anda yumruğu patlatmaya kalkana karşı ne yapacaksınız?
Bakkalın kumbaralı telefonundan sevgilinin ev telefonunu çaldırmayı özleyip 'Keşke hiç büyümeseydik' diyenleri Birol Güven bir kez daha zaman makinasının koltuğuna oturtuyor. Pazar gecelerine alternatif arayanlara tavsiyemdir.