Geçen hafta yüreğimizi en çok kanatan haber görüntülerinden biri
İzmir'de bir engelli gence yapılan işkence ve tacizdi. İş
arkadaşları, zihinsel engelli genci önce streç film ile sarıp
hareketsiz hale getirdiler. Sonra itip kaktılar, yerlerde
sürüklediler, yalvarmalarına aldırmadan kafasından aşağı su boca
ettiler ve en sonunda iş gelip çirkin tacizlere kadar dayandı.
Şikayet üzerine karakola götürüldüler.
Orada verdikleri ifadede 'şaka yaptıklarını' söyleyince
salıverildiler.
Okurumuz Mücahit Topdelen, bu olaydan hareketle toplumumuzda kötü
yönde değişen mizah ve şaka anlayışımıza vurgu yapmış.
İşte tespit ve analizleri:
"Bizler Nasreddin Hoca'nın torunları olmakla övünen bir millettik.
Ne zaman şaka ile işkenceyi karıştırır hale geldik? Ne zaman
yerlerde kıvranan bir engelli gencin yalvarmalarına güler
olduk?
Ne yazık ki birkaç yıl önce birbirlerine hava kompresörü ile şaka
yapan iki lastik tamircisinden biri, makatından içeri hava
pompalandığı için hayatını kaybetmişti. Bu nasıl bir şaka
anlayışıdır?
Aslında mizah olarak nasıl geriye gittiğimizin pek çok emaresi var.
Yıllardır Recep İvedik filmlerindeki kabalığa kahkaha atar
olmuştuk.
Onun pek çok türevi sinemalarda film olarak gösterildi ve gişe
yaptı. Cem Yılmaz filmlerinin bile artık güldürmez olduğu şu
günlerde tabii ki kaliteli mizahın yerini kalitesizlik alacaktı.
Nitekim öyle de oldu. Sosyal medyada şaka diye paylaşılanlara bir
bakın, ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Sözde internet fenomeni olan genç kız, odasında kendisine intihar
etmiş süsü veriyor. Odaya giren annesinin yaşadığı büyük şoku ve
travmayı kaydedip marifetmiş gibi sosyal medyada paylaşıyor. İnsan
öz annesine ölümle şaka yapar mı yahu? İşin kötüsü, bu paylaşım
yüzbinlerce beğeni alıyor...
Mizah duygumuzun nasıl gerilediğinin, ne derece erozyona
uğradığının en büyük kanıtı ise Kemal Sunal ile Zeki-Metin
filmlerinin yüzlerce kez gösterilmesine rağmen hâlâ televizyonlarda
yüksek reyting almasıdır.
Eskiye duyulan bu özlem, aslında bugünden memnun olmama halidir.
Sevgi ve saygılarımla..."
Ah şu fon müzikleri
Okurumuz Atilla Çığman, "Sayın Yüksel Bey, belki sizin de
dikkatinizden kaçmamıştır. Son zamanlarda dizilerimize öyle yüksek
tonda bir müzik yerleştiriliyor ki, konuşulanları anlamak mümkün
değil. Bununla ilgili bir uyarı yazısı yazmanız mümkün mü acaba?"
diye yazmış. Ah sevgili okurum.... Bu köşede aynı konuyla ilgili
yazdığım kim bilir kaçıncı okur mektubu bu. Gelin görün ki, elin
adamları insanlı Mars yolculuğuna hazırlanırken, bizler yıllardır
şu yüksek fon müziği meselesine bir çare bulamadık. Şahidi, dilimde
biten tüylerdir...
İsimleri üzerine yapışanlar...
Değerli dostum ve meslektaşım Tansu Sarı, ilginç tüyoları,
tespitleri ve değerlendirmeleri ile köşemize katkı sağlamaya devam
ediyor. Tansu kardeşim bu kez de ekranda 'isimleri üzerine
yapışanları' sıralamış: "Kanal D'de yayınlanan Arka Sokaklar
dizisine Tarık karakteriyle katılan Mert Öcal, daha önce de Star ve
tv8'de yayınlanan Adını Sen Koy dizisinde yine Tarık rolüyle yer
almıştı. Tıpkı Nihat Alptuğ Altınkaya'nın Yüksek Sosyete ve Yaprak
Dökümü dizilerinde Levent, Fikret Kuşkan'ın Bıçak Sırtı ve Hanımın
Çiftliği dizilerinde Orhan rolüyle karşımıza çıkması gibi...
Hatırlanacağı üzere bir dönemin yıldızı Eray Özbal da hep Bülent
karakteriyle oynardı."
Ne demiş?
Show Haber muhabiri, indirim çadırında alışveriş yapan kadına
"Ürünlerin üzerine şok, şok, şok diye yazmışlar. Ne diyorsunuz?"
diye sordu. Kadının yanıtı güldürdü: "Vallahi çok güzel şok
oldum..."
Gaf kürsüsü
Seçime bir ay kala İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın Anma
Günü'nde çelengi ters koyduğunu göstermek yerine üç yıl önceki
görüntüsünü kullanan BBC'ye sosyal medyada 'Boris Yayın Kuruluşu'
adı takılırken 'sahte haber' suçlaması da yöneltildi.
Zap'tiye
Doğa ana yine imdadımıza yetişti. "Millet pastırma alamıyor, bari
sıcaklarını vereyim" diyor.