Dedi ki, "Sınıf kapılarının iç tarafındaki boyalar dökülmüş, hatta menteşeleri aşınmış. Dış taraflarında ise hiçbir tahribat yok. Bu durum, çocuklarımızın sınıfa giriş hızlarıyla, çıkış hızlarını ortaya koyuyor." İşte 'bakan' değil, 'gören' olmanın farkı budur. Ziya Selçuk'u bu müthiş tespitinden ve ironik yorumundan dolayı yürekten kutluyorum.
Böyle bir Bakan sayesinde, yüz yüze olduğumuz eğitimöğretim sorunlarının çözümüne olan inancım da pekişiyor doğrusu.
Evet, Bakanımız çok haklı. Çocuklar teneffüs zili çaldığında 'kurtulmak' için kapılara hücum ediyorlar.
Oysa ders zili çaldığında ne yazık ki aynı heyecanı, coşkuyu, sevinci göstermiyorlar.
Yapacağımız şey belli: Eğer bu ülkeyi iyi yetişmiş nesillere emanet etmek istiyorsak, kapıların iç ve dış yüzeylerindeki aşınmayı 'eşitlemek' zorundayız.
Çocuklarımızın okul yolunda ayakları geri geri gitmemeli. 'Ders ne zaman bitecek?' diye gözlerini sürekli sınıfın duvarındaki saatlere dikmemeliler. 'Bilginin değeri ve cazibesi' konusunda onları ikna edebilecek bir sisteme ve müfredata sahip olmalıyız. 'Of yine mi okul başlıyor?' karamsarlığından, 'Yaşasın okulum başlıyor' coşkusuna terfi ettirmeliyiz çocuklarımızı.
Okuyunca, adam olacaklarına inandırmalıyız.