İflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış. Televizyondaki
format tıkanıklığı ve yaratıcılık zaafı, kanal yönetimlerinin eski
yarışma formatlarını ısıtıp ısıtıp seyircinin önüne koymasına sebep
oluyor. Son örnek, yıllar sonra yeniden Kanal D ekranlarına gelen
'Popstar' oldu.
Osmantan Erkır'ı severim.
Başarılı olmasını da gönülden arzu ederim. Ancak bu yarışmanın son
kullanım tarihi çoktan dolmuş gibime geliyor. Çünkü müzik
yarışmalarında yıllardır gençler değil, jüri üyeleri yarışıyor. Bu
tür yarışmaların kaderi; yarışmacıların değil, jüri üyelerinin
performansına bağlı. Ama artık ekranda 'söylenmedik performans
eleştirisi' kalmadı. Cümleler tıpatıp birbirinin aynı. Millet artık
bu klişelerden fena halde sıkıldı. Yeni jüri üyeleri Deniz Seki ve
Can Bonomo, beklendiği gibi, baskın karakter Bülent Ersoy'un
gölgesinde kaldı.
Program 'Bülent Ersoy Show' şeklinde konumlandırılınca, başarı ya
da başarısızlığın sorumluluğu da tamamen Diva'nın omuzlarına
yüklenmiş oldu. Öyle ki, Armağan Çağlayan bile 'kötü polis' olmak
için yeterince zaman ve fırsat bulamadı.
Bu yılki 'Popstar'ın en büyük dezavantajı, kaliteli ve etkileyici
bir yarışmacı jenerasyonunun bulunamayışı.
Öyle kötü yarışmacılar izledim ki, kulaklarıma inanamadım. Onları
seçen jüri üyeleri bile gördükleri berbat performanslar karşısında
zaman zaman utanacak hale geldiler. Örneğin, sahneye İrem ve Merve
adında iki kız çıktı. Sanki yoldan geçerken uğradıkları barda
kareoke yapar gibiydiler. Belli ki sadece kendilerini eğlendirmek,
arkadaşlarına anlatacakları bir anı yakalamak için gelmişlerdi.
Keşke kendi aralarında eğlenip bizim vaktimizi çalmasalardı. Onca
yarışmacı arasında gözüme sadece Edirneli Salih çarptı. Gerisi
ı-ıh...
Bu arada başta Bülent Ersoy olmak üzere kimsenin anlamadığı ve
anlamlandıramadığı yeni puanlama sistemi de kafa karıştırmaktan
başka bir işe yaramadı. Puanı yarışmacıya 'kitlemek' de biraz argo
kaçtı doğrusu...
'Popstar'ın ilk bölü...