Televizyonda sürekli yemek programları, haberlerde yemek
tarifleri, marketlerde biri hücum borusu çalmış gibi yağmalama ile
alışveriş arası bir kargaşa... Milletin aklı, sadece iftar ve sahur
sofrasında...
Oysa Ramazan; az ve yok ile tanışma, fukaranın halinden anlama ayı
değil miydi? Empati yapmayı, yetinmeyi öğrenip, nefsimize
hükmetmeyi öğrenmeyecek miydik biz?
Peki ya Ramazan'ın manevi yükümlülüklerini hatırlamak ve yerine
getirmek varken neden aklımız sürekli tıkınmakla meşgul? Hani
dertliye derman, muhtaca ferman olacaktık? Eğer o gün bir tek
kişiye bile yardımın dokunmamışsa nasıl bereket bekleyeceksin o
iftar sofrasından? Duanın, namazın, hanene sevap olarak yazılması
için o gün hangi insani görevi yerine getirdin? Bir yaşlının
kapısını çalıp, halini hatırını sordun mu mesela? Ya da bir sokak
hayvanının önüne bir lokma koydun mu?
Tabii ki günahı, sevabı ölçüp biçecek makam -hâşâ- ben değilim. Ama
yukarıda yazdıklarımı ıskalayıp, sadece top sesine kilitlendiysen,
boşuna aç kalma...