Lise yıllarımdı. Televizyonda haber kanalları ABD güçlerinin Irak’ı işgalini naklen yayınlıyordu. Savaş kelimesi o zamana kadar benim için tarih kitaplarından okuduğum veya filmlerden izlediğim bir hayal ürününden ibaretti. Ama bu gerçekti. ABD uçakları Irak’ı bombalıyordu. Gecenin zifiri karanlığında patlayan bombalar karanlığı yırtarcasına etrafı aydınlatırken kim bilir kimlerin evine ateşler düşüyordu.
Çok değil iki sene öncesinde de 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Afganistan’a girmiş, terör bahanesiyle Müslümanları katletmişti. Ancak Irak konusu farklıydı. Hem komşumuz hem de savaşı televizyondan naklen izliyorduk.
Peki, ABD Irak’a neden saldırıyordu?
ABD, nükleer silahların olduğu iddiasıyla da Irak’a saldırmıştı. Fakat askerlerini çektiği 2011 yılına kadar da herhangi bir nükleer silah bulamamıştı. Çünkü mesele nükleer silah değildi.
O dönemde petrol sebebiyle Irak’a girdiğini düşünsek de meselenin petrol de olmadığını sonradan anlamıştık. Petrolün satışından elde edilen gelirin hangi bankalara gittiği onları daha çok ilgilendiriyordu. Dile kolay milyarlarca dolar… Petrol sahalarını kontrol ederek petrolün fiyatını belirleme gücünü de elinde tutuyordu sonuçta.
ABD, Irak’ı kendi ordusuyla işgal ederek büyük bir riske girdiğini ilerleyen yıllarda anladı. Irak’ta 4 bin 747 askerini kaybederken hazineye maliyeti ise 800 milyar doları aşmıştı.