Türkiye, herhangi bir ülke değil. Küresel sistemin, dolayısıyla Batı uygarlığının “demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlükler” gibi ayartıcı sloganlarla dünya üzerinde kurduğu haksız, hukuksuz hegemonyanın geleceği, Türkiye’ye, Türkiye’nin alacağı şekle, izleyeceği stratejilere bağlı.
İlk bakışta abartılı bir iddia gibi gelebilir bu.
Ama ülkemizde, medeniyet coğrafyamızda ve dünya genelinde yaşananlara derin nefes alarak, bir tarih felsefesi okuması yaparak baktığımız zaman bu gözlemimin hiç de abartılı bir iddia olmadığı görülecektir.
BİN YILDIR TARİHİ İKİ AKTÖR YAPIYOR: MÜSLÜMANLAR VE BATILILAR
Dünya tarihini bin yıldır iki aktör yapıyor esas itibariyle: Müslümanlar ve Batılılar.
Bu bin yıllık tarihin ilk yedi asrını Müslümanlar, Müslümanlardan da Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı çocukları olarak biz şekillendirdik. Biz, yani Anadolu yarımadasını, insanlığın son adası yapacak kadar hakikatin diriltici, kucaklayıcı, bütün farklı kültürlerin, dinlerin ve medeniyetlerin önünü açıcı, herkese hayat hakkı tanıyan; bütün medeniyetlerden vahyin filtresinden geçirerek hem beslenmesini hem de temasa geçtiğimiz insanlık tarihinin belli başlı medeniyetlerini beslemesini bilen; yeryüzünde en az beş asır sulhü, selâmeti ve adaleti hâkim kılan; aşılamamış, anlaşılmamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış ilk ve son derinlikli, çaplı ve ufuk açıcı muazzam bir medeniyet tecrübesini biz geliştirdik, biz armağan ettik bütün insanlığa.