28 Şubat, diğer modern / açık darbelerden daha fazla darbe vurdu
topluma. Diğer darbeler fiilî saldırılardı; 28 Şubat ise postmodern
/ örtük ve zihnî bir saldırı.
O yüzden 28 Şubat, silindir gibi geçti üzerimizden: Zihnimizi,
duyarlıklarımızı, ruhumuzu felçleştirdi. Özetle ölümü gösterip
sıtmaya razı eden, veba gibi yaygınlaşan, her şeyimize sirayet eden
ölümcül bir şeydi 28 Şubat postmodern darbesi.
28 Şubat vebası, İslâmî kesimleri zihnî bir savrulmanın eşiğine
yuvarladığında, tam anlamıyla bir turnusol kâğıdı işlevi gördü:
Dökülenler döküldü: Yerlerini, duruşlarını ve dünya-tasavvurlarını
değiştirmekten çekinmeyenler görüldü. Konjonktürel dalgalanmalara
göre savrulanlar oldu; hem de kitleler hâlinde!
İSLÂM, TEK VAZGEÇİLEMEZ GERÇEĞİMİZ Mİ?
Cevabı ve hesabı verilmesi gereken yakıcı soru şuydu: İslâm, tek
vazgeçilemez gerçeğimiz olabilmiş miydi 28 Şubat'a kadarki yarım
asırlık süreçte?
Hayır! Ne yazık ki, hayır!
İslâm, sekülerleşen kesimler için değil, bizzat İslâmî kesimler
için bile kolaylıkla vazgeçilebilir bir “şey”e dönüştü!
İnsanlar, kalıcı olan'ın izini sürmek yerine, geçici olan'ın
(konjonktürlerin) peşinden sürüklenmeyi tercih etti! İşte İslâmî
kesimler tam da bu noktada kendi varoluşsal yokoluşlarının
tohumlarını kendi elleriyle ekti.
ROTA BULUNDU AMA İSTİKAMET YİTİRİLDİ
Rota bulundu ama istikamet yitirildi!
Yön bulundu ama kıble kaybedildi: İslâmî kesimlerin kıbleleri,
İslâm'ın, insanı derinden kavrayan, düştüğü anlarda tutup kaldıran
değişmez, eskimez, pörsümez, bütün zamanlara ve mekânlara meydan
okuyan muhkem hakikatleri değil artık: İnsanların kıbleleri, gücü
ele geçirme, kariyer sahibi, makam sahibi, mülk sahibi, para-pul
sahibi olma kaygısı.