Dünyayı kutsayan, dünyadan başka “dünya” tanımayan insanlar, bize yaşanabilir bir dünya armağan edemezler: Dünyayı dâr / yurt edinenler, dünyayı dar ederler insana.
İnsan, dünya ile arasına mesafe koyduğu zaman dünyaya yaklaşabilir, dünyada ayakları yere basabilir ve bize yaşanabilir bir dünya armağan edebilir.
İnanmak ve adanmak…
Mekke süreci ve Medine süreci.
Direniş ruhu, diriliş umudu ve nihayetinde varoluş ufku…
Hakikate teslim olmak, dünyayı teslim almak ve herkese ruh üfleyecek bir hayat-dünya inşa etmek…
İnanmak, yola çıkmaya hüküm giymektir.
Adanmak’sa, yolda olmak, yol olmaya doğru yol almak.
Bu dünya, ölüler yurdu değildir; diriler yurdu hiç değildir.
Ölmemek için direnen, dirilmek için mücadele eden direniş, diriliş ve “varoluş” erlerinin misafirhanesidir.
“Varoluş” kelimesini tırnak içine aldım; çünkü biz varolmak için değil varetmek için nefes alıp veren hakikatin hakikatli çocuklarıyız. Varetmek için varolmak gerekir: Varolmak, kendini bilme, kendini bulma, kendi olma, kendini aşma ve başkasına ulaşma yolculuğunun nihayetinde ulaşılan bir mertebedir. Varolmak, bu anlamda, kişinin nefsiyle mücadelesini kazanması, hiçleşerek kendine gelmesi ve kendini aşması yolculuğudur.
Ancak direniş, diriliş ve hiçleşme anlamında “varoluş” yolculuğu ile bu dünyanın ayartılarıma direnmek, bütün engellerini aşarak dirilmek ve bu dünya yolculuğunu bu dünyaya teslim olmadan, aksine bu dünyayı teslim alarak nihayete erdirmek yani “zafer”le neticelendirmek mümkün olabilir.
Dünyaya teslim olan, yol alamaz.
Dünyaya teslim olan yola da çıkamaz, yoldan çıkmıştır çünkü.
Dünyaya teslim olan aslâ izi sürülen, takip edilen, hakikate rehberlik eden yol olamaz.
KÖKLERDEN GÖKLERE, GÖKLERDEN KÖKLERE YAPILAN BENZERSİZ
YOLCULUK…
İnanmak, inanmış adam olmak, aynı anda köklere ve göklere
açılabilmek, köklerle ve köklerle irtibat kurmak demektir.
Adanmak ise, aynı anda hem köklere hem de göklere, hem yere hem de göğe hem melekût âleme hem de mülk âlemine yolculuk yapabilmek demektir.