Çağımız güya “kültür” çağı: İletişim ve bilişim endüstrisinden film, televizyon, sanat, eğlence ve spor endüstrisine kadar “kültür”, “çağın dini”ne dönüşmüş durumda.
“Kültür” sözcüğünü özenle ve özellikle tırnak içine alarak kullanıyorum. Çünkü kültürü de yok eden bir “kültür”den sözediyorum.
Çağımız, “kültür” çağı değil, “kültürel”in hâkim olduğu çağ; her şeyi kültürleştirerek kültürü de yutan bir ağ.
KÜLTÜRELLEŞME VE RUHSUZLAŞMA
Kültür, en netameli kavramlardan biri: “Kültürel” ise kültür'den de netameli.
“Kültürel”, her şeyin kültürleştirilmesi demek: Siyasetin kültürleştirilmesi, ekonominin kültürleştirilmesi, dinin kültürleştirilmesi, cinsiyetin kültürleştirilmesi...
Bir şeyin kültür/el/leştirilmesi, içinin boşaltılması, anlamını yitirmesi, özünü, ruhunu, kendine özgü özelliklerini kaybetmesi ve tüketim nesnesine dönüştürülmesi demek.
Özlü bir deyişle, bir şeyin kültürelleşmesi, “gösteren” / yani neyse o olma özelliğini yitirmesi, “gösterilen”e /yani olması istenen'e, gösterilmek istenen'e dönüştürülmesi demek.
Görselliğin hâkim olduğu bir dünya, gösterilen'in krallığını ilan ettiği, gösteren'i yuttuğu, yok ettiği bir dünya.
“Gösteren”, bir “şey”in neyse o olarak varolması demek.
Gösteren'in gösterilene dönüşmesi ise, pornografikleşmesi, estetize edilerek ayartı nesnesine dönüştürülmesi ve tüketilmesi demek. Bir şeyin kendisini neyse o olarak sunması değil, bir şeyin nasıl görülmek isteniyorsa öyle sunulması demek.
ONTOLOJİK ŞİDDET: “DİKTATÖR” İMALİ ÖRNEĞİ